“Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktır. Mutsuzlar, zavallılar daha da mutsuz, zavallı olmamak için birbirinden kaçmalıdırlar.”
“İnsan,gelip geçici heveseleri olan,tutarsız bir varlıktır ve tıpkı satranç oyuncuları gibi hedefe ulaşmayı değilde hedefe giden yolları daha çok sever. Emin olamayız elbette,ama insanın ulaşmak için çabaladığı şey, hedefe giden bu yol olabilir;o da hayatın ta kendisidir zaten. Aslına bakılırsa hedef,iki kere iki dörttür yani bir formüldür; ama bu formül hayatın değil,ölümün başlangıcıdır. İnsan,daima iki kere ikinin dört etmesinden az da olsa bir korku duymuştur;tıpkı benim duyduğum gibi. İnsanın uğruna denizler aştığı,hayatını tükettiği hedefi iki kere iki dörttür; ama öte yandan insanın korkusu bu hedefe ulaşmaktır. Çünkü ulaştığı an hedefsiz kalacağının bilincindedir... İnsan,hedefe ilerlemeyi sever ulaşmayı değil; şüphesiz çok gülünç bir durumdur bu. İşin en hoş tarafı insanın daha doğduğunda gülünç olmasındadır. İki kere iki dört formülü, yine de dayanılmaz şey doğrusu. Bana kalırsa iki kere iki dört, büyük bir küstahlıktır ve etrafa tükürükler saçan,elleri belinde,yol kesen bir külhan beyinin ta kendisidir. İki kere ikinin mükemmelliğine inanıyorum; fakat ondan daha üstün olduğuna inandığım şey, iki kere ikinin beş etmesidir.'Yeraltından Notlar - Dostoyevski”
“Dinlemek isteseniz de, istemeseniz de, şimdi size niçin bir haşere bile olamadığımı anlatmak istiyorum baylar. Tamamıyla ciddi olarak söyleyeyim ki, böcek olmayı çoğu zaman arzuladım. Yazık ki buna bile layık olamadım. Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık. İnsana, gündelik hayatını sürdürmesi için gereken anlayışın yarısı, hatta dörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçı şehri olan Petersburg’da oturmak gibi katmerli bir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncu yüzyıl aydınımıza yeterdi. (Öyle ya, şehirlerin de inatçı olanları ve olmayanları vardır.) Şu halde insan, örneğin içi dışı bir, işadamı denen kimselerin sahip olduğu anlayışla yetinmelidir. Bahse girerim ki, bunları gösteriş olsun diye, hem de kılıcını şıkırdatan subayımızınki türünden zevksiz bir gösteriş için, işadamlarını alaya alarak yazdığımı sanıyorsunuz. Fakat baylar, siz hiç hastalıklarıyla övünen, hele bunlarla gösteriş yapmaya kalkışan birini gördünüz mü?”
“Sakın insanoğlu hedefe ulaşmaktan, kurmakta olduğu yapıyı bitirmekten içgüdüsel bir ürküntü duyduğu için yıkmayı, bozup dağıtmayı seviyor olmasın?”
“Yarının hiçlik olması tehdidiyle mutlu olamam ve olmayacağım. Derin bir hakaret bu... Bu yüzden, beni acı çekmem ve yok olmam için, fikrimi sormadan ve küstahça var eden bu doğayı; su götürmez davacı, savcı ve davalı rolümle, kendimle birlikte mahkum ediyorum... Doğayı yok edemediğim için de, sadece kendimi yok ediyorum, hiçbir suçlunun bulunmadığı bir tiranlığa katlanmaktan bezmiş olarak...”
“...günah işlemeye önce şakalarla, oynaşmalarla; aşk oyunlarıyla başladılar... Adeta hızla yayılan atom molekülleri gibi günah kalplerinin, benliklerinin derinliklerine kadar işledi.Yalan, şehveti; şehvet, kıskançlığı; kıskançlık ise, kötülüğü tetikledi... Ve ilk kan döküldü. Kan, beraberinde korkuyu getirdi.Dağılmaya ve kutuplaşmaya başladılar.Kutuplaşma, karşılıklı itirafları ve suçlamaları doğurdu.Utanma duygusunu tattılar, utanmayı iffet sandılar.Şanı ve şöhreti keşfettiler.Her toplum kendine, onu bir diğerinden üstün kılan ve onu diğerlerinden ayrıştıran simgeler buldu.Doğaya ve canlılara saldırdılar. hayvanlar onları terk ettiler, uzaklara kaçıp dağlara,ormanların derinliklerine saklandılar.Birbirleriyle ve de doğayla düşman oldular.Kah ayrılmak için, kah birleşmek için; onun için, bunun için birbirleriyle kıyasıya dövüştüler. Savaştıkça birbirlerinden daha çok koptular.Dilleri, töreleri başkalaştı; birbirlerini anlamaz oldular.Kederi öğrendiler, fakat kederlenmeyi ve acı çekmeyi lütuf saydılar...Hakikate ulaşmanın ancak ve ancak acı çekmekle mümkün olabileceğini düşündüler.Önce hastalığı, ardından tedavisini buldular.Önce düşmanlığı yarattılar, ardından kardeşliğin ve insani değerlerin iyi birer savunucusu oldular.Suç, beraberinde adaleti ve yasaları getirdi; Adalet ise, giyotini..." (Gülünç Bir Adamın Düşü adlı öyküden)”
“Karıkoca arasında geçenleri, nasıl seviştiklerini kimse bilmemeli, hiç kimse. Kavgalarını öz analarından bile saklamalı, birbirlerinden şikâyet ederek kimseden hakemliğini istememelidirler. Her müşkülü kendi aralarında halletmeleri lazımdır. Aşk kutsal bir sırdır, sevişenler arasında ne geçerse, yabancı gözlerden saklanmalıdır. Bu onun kutsallığını bir kat daha artırır. Böyle çiftler birbirlerini daha çok sayarlar ki, saygı pek çok şeyin temelidir. Ortada aşk olduktan, sevişerek evlendikten sonra bu sevgi niçin sönsün?”