Türk yazar. Darüşşafaka Lisesi'ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden mezun oldu.
“...Gucluler guclerini korumak icin gozlerini kirpmadan insanlari harciyor ve adina da toplum duzeni diyorlardi.”
“...Sanki her seyin mantiksizligina kendini ikna edebilirse,yasananlari gercek olmaktan cikarabilecekti.”
“Hakan oturduğu yerde bir iki kıvrandıktan sonra başını önüne eğdi. "Her şeyi öğrendik."Demek öğrendiler, diye düşündüm. Televizyonun üzerinde duran oyuncak bebeği haftada birkaç gece yatağıma götürüp düdüklediğim bir sır değil artık. Ama haber kaynakları gerçekten bu kadar güçlü olabilir miydi? "Neyi öğrendiniz?”
“Ne var ne yok?""Zor bir soru. Pek emin değilim ama tahminimce her şey var ve yokların içinde saklı.”
“Kaçmak ya da dövüşmek. İşte bütün mesele. Yanlış karar verirsen, evrimin mezesi oldun demektir.”
“Bırakıp gitti beni," dedim dokunsan ağlayacak gibi. İçki bugün her zamankinden hızlı etki ediyordu. "Âşıktım ben ona.""Üzülme delikanlı," diye omzumu sıvazladı Amca Bey. "Aşk her zaman yaşanmış bir şeydir."Bir süre sessiz kaldık. Sonunda Tahtakafa hepimizin merak ettiği soruyu sordu. "O da ne demek yahu?""Aşk hiç yaşanmakta olan bir şey değildir," diye açıkladı Amcabey. "Ancak bir hatıra olabilir. Aşk acısı zannettiğin şey, aşkın kendisidir.""Hayatta aşk diye bir şey yok mudur yani?" diye sordum gözlerim yaşlarla dolu."Yoktur," dedi Amcabey. Rakısından bir yudum aldı. "Ölümde aşk diye bir şey vardır.”
“Kadehlerimizi tokuşturup rakılarımızı yudumladık. "Fezai Bey sevgilimin uzaylı olduğunu iddia ediyor," dedim. "Bütün kadınlar öyledir," dedi Kız Tevfik."Seninki hariç," dedi Tahtakafa. "Seninki, bildiğin orospu.""Uzaylı orospu olmaz diye bir kanun mu var?" şeklinde beklemediğim derecede sakin bir karşılık verdi Kız Tevfik, Bafra'nın dumanını efkârla üflerken. "Ne yapsın? Kader kurbanı işte.”
“Bazen de saygıdeğer abilerim ablalarım, dünyası yerle bir olur insanın. Hayat, fazla kafa yormadan idare etmeyi sağlayan bütün anlamlarını yitiriverir. En akıllıca saydığınız fikirlerinizin saçmalığını, en içten duygularınızın, yapmacıklığını kavrarsınız. Aslında hiçbir konuda bir fikriniz bulunmadığını, aslında hiç kimseye karşı bir şey hissetmediğinizi ve tüm evrenin de size karşı aynı gaddarca kayıtsızlık içinde olduğunu. Hep gözünüzün önünde durduğu halde o güne dek her nasılsa yok saymayı başardığınız bu gerçeği fark ettiğiniz anda ilahi işleyişi de çözmek üzeresiniz demektir.”
“Birisini düşlerinize kattığınız anda o kişi farkında olmasa bile ruhunun derinliklerinde bunu anında hisseder ve sizinle birlikte o düşü örmeye başlar.”
“Siz yapan değil, olan bir insana benziyorsunuz. Ve inanın, bu çok önemli bir niteliktir.”
“Ajans sahibi bir kedi,hayvanlarla telepatik ilişkiler kuran,durmadan ağlayan yöneticiler,ortalıkta CIA ajanı gibi dolaşan müşteri temsilcileri...Ben de ne eksik diye düşünüyordum. Tabii ki psişik bir sismograf”
“Mevsimlerden yazdı ve tercüme-i halime ne söylesem azdı. Biliyordum, gidecekti. Kim bilir, belki de bir bekleyeni vardı? Lakin gözlerinden anlıyordum, o da benim gibi yalnızdı. Dışarıdan bakınca halleri pervasız, ruhu uçarıydı. Sevdiyse de çok, korkarım bana inanmazdı. İşte bu konuda çok haksızdı. Varsın olsun; başka kim gözlerinde umudu ve acıyı aynı anda böyle güzel taşırdı? Tanrı’nın kaderime yazdığı işte bu kızdı.”
“...sevdiğiniz birinin ölümü, örneğin, yüzleşmenizi sağlayabilir kendinize söylediğiniz yalanlarla. ya da ananızdan yediğiniz okkalı bir dayak. üstelik siz, ananızın canınıza okumak için haklı duygusal gerekçeleri bulunduğuna inanmaya hazırken, içinizi parçalayan onun gözü dönmüşlüğü değil, beyninizi zedelememek için sopayı sadece kollarınıza ve bacaklarınıza indirecek kadar düşünceli davranması olabilir. nihayet onun elinden kurtulup kendinizi odanıza attığınızda pencereden giren akşam güneşinin ışığında neşeyle dans eden tozlar dört bir yana dağılır. onların huzurunu kaçırmak sizi öyle çok üzer ki, içiniz feci bir dışlanmış duygusuyla dolar. birden gözlerinize yaşlar hücum eder. bu küçük sevimli yaratıkların sizden korkmasını hazmedemezsiniz. iki saatlik dayak seansına gık demeden katlanan siz, yere kapanıp zırıl zırıl ağlamaya başlarsınız. sonra bir toz tanesi gelip parmağınızın üzerine konuverir. usulca oynatırsınız parmağınızı. hala oradadır. derken diğerleri ona katılırlar. yere yatarken üzerinize toz tanecikleri yağar. sırt çevirdiğiniz hayat o noktada sizi kucaklarken hıçkırıklarınız fraktal bir dans müziğine dönüşür.bir gün toz zerrecikleri sizi bağrına basarsa, bilin ki ya nirvanaya ulaştınız ya çıldırdınız. hangisi olduğuna kendiniz karar vereceksiniz.”
“Hür teşebbüs aşktan da, sanattan da güçlüydü.”
“senden bana kalan her şey gibi kırık, ama asla atamayacağımı biliyorum.”
“bazı aşklar vardır, içinde kahkahaların çınlamasından ziyade gözyaşlarının çağlaması daha uygun düşer. onu gördüğüm ilk anda biliyordum ki bizimkisi, eğer bir aşkımız olacaksa, böylesine yazgılıdır. ve kim bu sevdaya yakışacak ilk sözcükeri kalbimin sahibinden daha iyi bilebilir? ‘seni çok üzerim ben.”
“-hepsi yalandı yani öyle mi?-benim sana söylediğim yalanların hiçbir önemi yok musa. kendine söylediklerinin yanında..-aşka inanmıyor musun sanem?-sadece aptallar aşka inanır.-emin misin?-tabi ki eminim.-sadece aptallar emin olur.”
“sanem hanım. sanem. evlen benimle sanem. kadınım ol benim. yasadıgım tüm acıları, yaptıgım bütün kötülükleri, pismanlıklarımı, hatalarımı akla. basına çiçekten taçlar yapayım, sana siirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. bazı aksamlar dvd’de film seyredelim seninle. birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. sanat galerileri gezelim. sen benden daha çok anla modern sanatı. gördügümüz eserlerin ne anlama geldigini açıkla bana, ben basımı sallayayım. ah ben ne aptalmısım! nasıl olup da varlıgından kuskuya düsmüsüm? oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dısında ne anlamı olabilirdi ki? bak simdi her sey ne kadar açık görünüyor oysa. ilk görüste aska inanırsın, degil mi sanem? evet, çok dogru. ben de baska türlüsüne inanmam zaten. biliyor musun sanem, ben seni hep severim. her gün daha çok severim. bak mesela pencerenin önüne bir kus konar ben seni severim, bir tren yolculugunda pencereden dısarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait oldugunu bir türlü çıkaramadıgım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kus sıçar ben yine seni severim… anlıyor musun beni? sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. diyelim yazlık bir yere gitmisizdir de, bir aksam sen çok hos bir tunik giymissindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen asık olur. ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. ama belli etmem. ama sen yine de sezersin. öyle bir laf edersin ki ben, benden baska hiç kimseye bakmayacagını anlarım. o kadar da incesindir. bir de bir iyilik rica edecegim senden. gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçagın adını söyle bana. söyle ki, ona hemen düello sahitlerimi göndereyim. silah seçimini o yapsın. evet. utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. ama ne fark eder? bütün siirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? sarkılar senin için söylenmedi mi? masumların kanı senin için akmadı mı? ruhum hep seni aradı benim sanem. hep seni arar. milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, günesler patlasın benim ruhum seni arar. ve biliyor musun sanem, bulur da. simdi buldugu gibi bulur. seni seviyorum. seni seviyorum. seni seviyorum.”
“- belki? belki de gerçekten bir intihardır. o zaman kendini ölüme zaten hazırlamış olmalı, değil mi?başımı iki yana salladım. - inşaat halinde bir bina düşün, dedim. ve ben de kendimi onun çatısından aşağı atarak intihar etmeye karar vermiş olayım. eğer merdivenlerin parmaklıkları henüz inşaa edilmemişse, inan bana, basamakları apartman boşluğu tarafından değil, duvar tarafından tırmanırım. hiç kimse ölene kadar ölüme hazır değildir.”