Hasan Ali Toptaş photo

Hasan Ali Toptaş

Hasan Ali Toptaş, a truck driver’s son, was born in Baklan, southwest Anatolia, in 1958. After completing his military service, he survived by doing odd jobs until he found a position at the Office of Inland Revenue. He worked in various small towns as a bailiff and treasurer, and finally as a tax officer. Following the publication of a few short stories in journals and anthologies, he paid for the printing of his first volume of stories Bir Gülüşün Kimliği in 1987. He submitted his second novel Gölgesizler (1995) to the Yunus Nadi Prize jury, and won. This novel was later adapted into a feature film (2007). Toptaş has received many other awards, including the Cevdet Kudret Liteary Award for his novel Bin Hüzünlü Haz (1999) and the Orhan Kemal Award for Best Novel for Uykuların Doğusu (2005). Yalnızlıklar (1990), poetic texts he constructed as a series of encyclopedia entries, has been successfully adapted to the stage. Toptaş retired in 2005, and since then has dedicated himself fulltime to his writing. His most recent book, the novel Heba (2013), will be published in English by Bloomsbury in 2015, and is to be followed by the English translation of Gölgesizler. Toptaş’s work has been published in many languages, including Dutch, French, German and Korean.


“Kimileri düşer yalnızlığa,kimileri yükselir.Düşenler için ufuk yoktur artık;bütün renkler beyazdır,sesler birdirve yarın belki'dir,dün şüphelidir,bugün nerededir?Üstelik, sular kaskatıdır,yönler düğümlenmiştir.Ve aynadır her şey;tozludur anılarla, kat kat kirdir.Düşenler için yalnızlık,durup dinlenmeden akan susuz bir nehirdir.”
Hasan Ali Toptaş
Read more
“Her şey dönüp dolaşıp insanda ölüyordu.”
Hasan Ali Toptaş
Read more
“Çünkü, her kir,bir saattir.Yalnızlıksa saatleri, günlerive haftaları örtenbir başka zamandır.İnsanlardan oluşmuş acı bir dumandıryalnızlık;yamandır.”
Hasan Ali Toptaş
Read more
“Bilinmesin; yalnızlık biraz da,her şeyi bilmenin ta kendisidir.”
Hasan Ali Toptaş
Read more
“Babalar ki bizim tamamladığımızdır;döverlerse,yalnızca kendilerini döverler.”
Hasan Ali Toptaş
Read more
“ona göre binlerce kişi, ayrı ayrı yerlerde birbirinden habersiz binlerce duruşu tekrarlıyordu böyle, binlerce duruşu bedenlerini köprü kılarak geleceğe taşıyordu. aynı yolda yürümekten başka çaresi olmayan tuhaf birer yaratıktı insanlar; tekrarın tekrarlananın örtüsü olduğunu anlayamadan, aynı el sallayışların, aynı gülüşlerin, aynı yürüyüşlerin ya da aynı oturuşların içinden geçe geçe damaklarına bulaşan uzak bir serüven tadıyla dönüp dolaşıp aynı noktada yaşıyorlardı.”
Hasan Ali Toptaş
Read more
“Herhalde kendi varlığına karışarak yok olmak en akıllıca yöntemdi. Belki de bu yüzden delirmişti Cennet'in oğlu; kendini kendine gömebilmesi için delirmesi, delirmesi için de herkesten akıllı davranması gerekmişti.”
Hasan Ali Toptaş
Read more
“Sonra, Motel Rom’un derinliklerinde yankılanan kaygılı bir sesle, herkes gibi benim de serap gördüğümü söyledi. Ona göre, ruhumda uğuldayıp duran boşluğu doldurabilmek, giderek dipsiz bir boğuntu kuyusuna dönüşen, şu lanet olası hayatın ağırlığına katlanabilmek, ya da içimde açılan çeşitli yaraları onarabilmek için, belki de farkına bile varmadan ben yaratmışım bu serabı… Hatta, işi gücü bırakıp günden güne onu büyütmüş, parıltılarını bakışlarımla beslemiş ,her yanını iyice allayıp pullamış, sonra hızımı alamayıp Alaaddin diye adlandırmış ve işte bütün bunların sonucunda da, uğruna deli divane olunacak, göz kamaştırıcı bir hale getirmişim. Bu, insanoğlunun baştan beri kurtulamadığı ve sonsuza dek de asla kurtulamayacağı, tuhaf bir yazgıymış zaten, önce ne yapıp edip binbir güçlükle, kıvrana kıvrana yaratır, sonra yaratma sevinci gibi gözüken hazin bir teslimiyetle yarattığının kulu kölesi olur, ardından da ille onu ellerimin arasında tutacağım, ya da içinden bir daha, bir daha doğacağım diye, kendini hırpalıya hırpalıya helak olur gidermiş…İşte ben de öyleymişim şimdi;elime umut denen o en eski ve en dayanıklı bastonu almış, çile odalarından fırlayan dervişler gibi soluk soluğa gözlerimdeki serabın parıltılarına doğru koşuyormuşum. Boşuna koşuyormuşum tabi… Anlaşılan, insanoğlunun, kendi yarattığı şeyi bile elinde tutamayacak kadar zayıf ve çaresiz bir yaratık olduğunu bilmiyormuşum daha. Hatta ben, kendi dışımda kalan birçok şeyi bilmediğim gibi, ne yazık ki insanın aradığını hiçbir zaman, hiçbir yerde bulamayacağını da bilmiyormuşum. Bulamazmış oysa… Ona benzer birtakım şeylerle karşılaşabilirmiş belki, çoğu kez bunlardan bazılarını aradığı şeyin ta kendisi sanabilir, hatta onlara bir an için sımsıkı, hiç kopmamacasına sarılabilir ve işte böylece, insanın algılama zayıflığından doğan tatlı bir yalanın içinde bir süre de olsa oyuncağına kavuşmuş bir çocuk gibi avunabilmiş ama, nedense aranan asıl şey hep insanın içinde kalırmış… Hem de, kimi zaman kılık değiştirip kendini başka bir şeymiş gibi kabul ettirerek, kimi zaman da bir el hareketinin nedensizliğine, bir bakışın bulanıklığına, bir iç çekişin derinliğine ya da bir soluk alıp verişin alışılmışlığına gizlenip kalırmış… Bu yüzden, olsa olsa bu arayışın sonunda ben, eğer tat alma kapılarımın hepsi ardına kadar açıksa, ancak arayış boyunca çekeceğim zevkli bir ıstırabın damaklarımda kalan tadını bulabilirmişim. Ama olsunmuş; gene de bir an bile yılmadan, aramayı hep sürdürmeliymişim. Herkesin nicedir aramayı unuttuğu bir şeyi, farkına bile varmadan herkes adına arıyor olabilirmişim çünkü… Bakılmasınmış benim böyle Alaaddin, Alaaddin deyip durduğuma; bu Alaaddin, pekala hiç tadılmamış bir özlemin, kelimelere hiç dökülmemiş bir duygunun, henüz şekline göz değmemiş bir eşyanın, ya da hayali bile kurulmamış bambaşka bir hayatın adı olabilir,”
Hasan Ali Toptaş
Read more
“Düşünce insanın içine düşünce,yolun yarısı tamam.Yani varılır bir yere,önceki noktada değilsindir artık ve dönemezsin.Dönsen de,eksik.”
Hasan Ali Toptaş
Read more