“Bir hayalete karşı mücadeleye başlamak zorunda olduğumu keşfettim. Bu hayalet bir kadındı, onu daha iyi tanıdıkça "evin meleği" şiirindeki kahramanın adını verdim ona. Evin hayaleti korkunç tatlıydı. Olağanüstü alımlıydı. Genellikle hiç bencil değildi. Aile yaşamının zorlu sanatında mükemmeldi. Tavuk varsa kanadı o alırdı. Esiyorsa cereyanda o otururdu. Kısacası, öyle yaratılmıştı ki, hiçbir zaman kendi düşünceleri ya da istekleri olamazdı, tersine başkalarının düşünce ve isteklerine uymayı yeğlerdi o. Ve hepsinden öte -buna değinmeme gerek bile yok belki- arıydı. Yazmaya başladığımda daha ilk sözcüklerde onunla karşılaşıyordum. Kanatlarının gölgesi kağıdımın üzerine düşüyor, odamda eteklerinin hışırtısını duyuyordum... Arkamdan usulca yaklaşıyor ve fısıldıyordu... Sevimli ol, daha alımlı ol, kandır, cinsinin hilelerini kullan. Senin de kendine ait bir beynin olduğunu kimsenin anlamasına izin verme. Ve hepsinden önce: saf ol. Ve kalemimi yönlendirmeye çalışıyordu. Şimdi, haneme kazanç olarak geçirdiğim bir eylemi anımsıyorum... Arkama döndüm ve gırtlağına sarıldım. Onu öldürmek için elimden geleni yaptım. Eğer bu yüzden bir gün hesap vermem gerekirse, bunu kendimi korumak için yaptım, nefsi müdaafaydı. Eğer ben onu öldürmemiş olsaydım o beni öldürecekti.”