“Erkekler böyle şeylere dayanamıyor," diye ekledi kadın, kızgın gibi değil de öğrenmiş, kanıksamış gibi."Uzun süreceğini düşündükleri şeylere," diye açıkladı annem.”
“Buralar hatıralarla doluydu. İnsan böyle şeylere nasıl dayanır? Yılların geçip gitmesine ve her şeyin belleğin bir oyunuymuş gibi bir belirsizliğin içine batmış olmasına... Bu ben miyim? Peki o ben miydim? Bütün bunları yaşayan. Hayır seyreden. Karar ver, yaşayan mı, seyreden mi? Yaşayan değilmiş gibi. Geçmişte başka biri, ama şimdi ben. Geçmiş olunca başka biri.”
“Sinirli sinirli güldü, aynı zamanda böyle boştu işte sözcükler. Boş. Tıpkı atomlar gibi sözcüklerin de içi boş. Bu yüzden hafifler ve hızlı hareket ediyorlar. Çabucak yayılıyorlar.”
“O gün kapkaranlık sokaklarda dolaştım sokaklarda.İçimde, bu şölen sofrasına çıkarıp "bu da benden!" diye koyacak birşey yoktu.Renkli giysileri içinde güzel bacaklarını,muhallebi karınlarını,göğüslerini gösteren,saçlarından ışıltılar saçılan kızlar bende yalnızca ve yalnızca bir keşiş olma isteği uyandırıyordu.Bu istek de öfkelendiriyordu beni.İnsanın en temel meselelerinden birine, "Arzu etme acı çekersin!" kaypak bilgeliğiyle karşılık verenlere,insanları gömdükleri gibi meselelerini de gömebileceklerini düşünen kazma-kürek erbabına öfke duyuyordum.”
“Sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. Tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek.”
“Yaşamak ilerlemek olamaz, diye düşünüyor Cemil ama geride bırakmak olabilir.”
“Neden bir de rüya görürüz? Her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? Karmaşanın,keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki,uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir?Rüyamızda,biririyle ilgisiz gibi görünen ayrıntıları bilincimiz önden gürültülü bir lokomotif gibi çekip bir yere, örneğin bir anlama mı götürür?Yoksa o ayrıntılar bilincimizin balonuna batan iğneler midir?”