“Ten duvarını yıkmak için yılların geçmesi gerekmez, ölmek yeterli. Van Gogh gibi değil ama, Şems gibi.”
“Buralar hatıralarla doluydu. İnsan böyle şeylere nasıl dayanır? Yılların geçip gitmesine ve her şeyin belleğin bir oyunuymuş gibi bir belirsizliğin içine batmış olmasına... Bu ben miyim? Peki o ben miydim? Bütün bunları yaşayan. Hayır seyreden. Karar ver, yaşayan mı, seyreden mi? Yaşayan değilmiş gibi. Geçmişte başka biri, ama şimdi ben. Geçmiş olunca başka biri.”
“Yeter Hikmet! Oyunumuza dönelim.'' Hikmetin gözleri parladı:''Dönelim albayım.Oyunumuzu kanımızla yazalım.Istırabızımızı sanatımıza gömelim.Sanat bizim için ekmek parası değil,sanat bizim için ustalık meselesi değil,sanat bizim için... sanat bizim için nedir albayım?”
“Akrep gibisin kardeşim,korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.Serçe gibisin kardeşim,serçenin telaşı içindesin.Midye gibisin kardeşim,midye gibi kapalı, rahat.Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.Bir değil,beş değil,yüz milyonlarlasın maalesef.Koyun gibisin kardeşim,gocuklu celep kaldırınca sopasınısürüye katılıverirsin hemenve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,hani şu derya içre olupderyayı bilmiyen balıktan da tuhaf.Ve bu dünyada, bu zulümsenin sayende.Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğerve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsakkabahat senin,— demeğe de dilim varmıyor ama —kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”
“Çarpıima partisi, depresyonunuzu elektroşokla tedavi etmek gibi değil midir?”
“Kitapları da dostlarını seçer gibi seçmeli kişi, öyle değil mi?”