“ Sen daha bunları bilmeyecek kadar toysun ama bir adamın aşkı mizacının davamıdır, evlat. Yani erkek kavgacı ise sevdası da kavgalarla dolu olur. Kendine hep düşmanlar bulur. Sakin ve nazik ise sevdası merhem gibi, bal gibidir. Eğer kendisine acırsa ve zayıfsa, aşkı da un ufak olup dağılır. Yok, eğer neşerli bir herifse sevdası da şenlikli olur. ”
“Aşkı aramadan evvel düşün bir,ya benden nasıl bir aşık olur?İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır.Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın.Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur.”
“Bazen... böyle birdenbire yaralanıveririz. Ama her yara iyileşir. Eninde sonunda kabuk bağlar, üstünü kapatır. Gözlerden saklanır. Çünkü hiçbir yara görülmek istemez. Yeter ki bu yara gözbebeklerine çıkmasın. Çünkü eğer gözbebeklerin yaralanırsa, bir daha asla aynı gözle bakamazsın dünyaya. Baktığın her şeyin kötü yanını görmeye başlarsın. Saklı kalmış pislikler bile kaçmaz gözlerinden. Öteki insanlar da hisseder artık aynı şeyleri görmediğini ve artık onları sevmediğini. Rahatsız olurlar. Onlar da bir daha aynı gözle bakamaz sana. Bu yüzden kimse seni yakınında görmek istemez. Resim aynı resimdir aslında, değişen senin gözlerindir. Eğer sen çıkarsan resimden, her şey eskisi gibi kalır, herkes rahat eder. Şahsen bence en iyisi, gitmektir böyle durumlarda. Üstüne üstüne gitmek. İnadına!”
“Geçmiş, bugün ve gelecek... hepsini peşpeşe dizip, dümdüz bir çizgi çiziyoruz. Bu yüzden geçmişin geçip gittiğine, geleceğin henüz gelmediğine inanıyoruz. Ve en kötüsü, zamanı önceden çizdiğimiz bu dümdüz çizgide yürümeye mecbur tutuyoruz. Ama belki de o burnunun ucunu göremeyecek kadar sarhoştur. Keşke zaman hiç ayılmasa. Düz çizgide dümdüz yürümeyi bir türlü başaramasa. Keşke hep yalpalasa, saçmalasa,parçalasa. Biz de bakıp bakıp, yaptıklarını kınasak ve bir daha hiçbir şeyimizi ona havale etmeye kalkmasak.”
“Bilim adamı olup da cahiller arasında kalmanın azabı ne müthiş bir azaptır...”
“Aşık olmak sevgilinin isimlerini kendine mal etmektir, aşkın bitmesi ise isimlerin iadesi. İsimler insanların varoluş kalelerine uzanan köprülerdir. Onlar vasıtasıyla başkaları, hem dostlar hem de düşmanlar parmak ucunda içeri girmenin bir yolunu bulurlar. Birinin adını öğrenmek varoluşunun yarısını ele geçirmektir, gerisi parçalar ve ayrıntılardan ibarettir. Çocuklar bunu ruhlarının derinliklerinde bilirler. Bir yabancı isimlerini sorduğunda içgüdüsel olarak söylemeyi reddetmeleri bundandır. Çocuklar isimlerin gücünü idrak eder ama büyüdüklerinde unutuverirler.”
“Kim olursak olalım, dünyanın hangi yerinde yaşarsak yaşayalım, ta derinlerde bir yerde hepimiz bir eksiklik duygusu taşımaktayız. Sanki temel bir şeyimizi kaybetmişiz de geri alamamaktan korkuyoruz. Neyin eksik olduğunu bilenimizde hakikaten çok az.”