“Aşık olmak sevgilinin isimlerini kendine mal etmektir, aşkın bitmesi ise isimlerin iadesi. İsimler insanların varoluş kalelerine uzanan köprülerdir. Onlar vasıtasıyla başkaları, hem dostlar hem de düşmanlar parmak ucunda içeri girmenin bir yolunu bulurlar. Birinin adını öğrenmek varoluşunun yarısını ele geçirmektir, gerisi parçalar ve ayrıntılardan ibarettir. Çocuklar bunu ruhlarının derinliklerinde bilirler. Bir yabancı isimlerini sorduğunda içgüdüsel olarak söylemeyi reddetmeleri bundandır. Çocuklar isimlerin gücünü idrak eder ama büyüdüklerinde unutuverirler.”

Elif Shafak

Explore This Quote Further

Quote by Elif Shafak: “Aşık olmak sevgilinin isimlerini kendine mal etm… - Image 1

Similar quotes

“Hani halkanın ucunda/ kavuşacaktım sana/ hani bir iken ayrı düşmüştük/ veçok iken bir olacaktık sonunda/ çoktan razı idim oysa/ razı idim geceninmatemine/karanlığı fırsat bilene/ve korkaklığıma/ve karabasanlarıma/ oyunoynar gibi yaşar giderdim/ kuş avlardım/ kuşları deli gibi kıskanırdım ya/bırakmadın/ bırakmadın ki kendimden kaçayım/ koyvermedin/ koyvermedin kisürsün bu devran Döndü halka/ döndü olanca hızıyla/ toprak ki siyah bir halka idi/ ve geceyesaklanırdı bazen/ tuttu su ile karıştı/ su ki san bir halka idi/ rengiyle dalaşırdıbazen/ tuttu toprağı kucakladı/ eğildim suya baktım/ suda kendimi gördüm/ kendimi sen sandım/ sarılmak için atıldım/ köprüye hıncım yalan imiş/ onu yıkarken suya karışan/ ben oldum.Balçıktan çıktım ben/ balçıktan yoğurdum kendimi/ içerdeki dışa taştı/ dıştakiiçe çekildi/ görünen görünmeyene sataştı/ görünmeyen görünene diş biledi/siyah halka/ san halka ile yer değiştirdi/ çekildim bir köşeye/ sessiz sedasız/baktım olan bitene/ seni gördüm kaderimde/ ebrunun halkalarını saydım/tastamam dört etti/ halkalardaki kıvrımları hesapladım/ tastamam senin isminetti/ isminin yanına beni de kazı dedim/ boyalar isyan ettiBir de baktım ki/ ben ben değilim artık/ suretim başka bir suret/ ismim birbaşkasının ismi/ gönlüm ne yöne akar/ ben ne yöne/ verdiğin emaneti yitirdimyollarda/ hata ettim/ kusur ettim/ affola... İsimler ki büyülüdür/ sade büyülü mü/ isimler hem de büyücüdür/ sanmam ki çıkmış olsun hatırından/ ismini "fasl-ı hazan" koyalım/ söndüğü yerde aradığını bulasın/ lâkin fasl-ı hazan demek/ fasl-ı hü¬zün demek/ söndüğü yerde/ sana kavuşmam gerek/ onun söndüğü yerde/ benim tutuşmam gerek...”


“Aşkı aramadan evvel düşün bir,ya benden nasıl bir aşık olur?İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır.Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın.Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur.”


“Koca bir ömrün yorgunluğu... İsmihan Kadın bu akşam ölümü düşünüyordu. Hokkagülü İfakat'ın gözlerindeki yıldızlarsa ona gençlik demlerini hatırlatıyordu. Gizliden gizliye gıpta ediyordu bu hodbin ve hırçın Kadın'a. Akrep Arif mahallesinde aslını inkâra yeltenmeyen bir tek o kalmıştı ne de olsa. İsmihan Kadın onun gözlerinde yanıp sönen yıldızlara baktıkça avunuyor, umutlanıyordu. Hayatta oldukça kimselerin ona bir kötülük etmesine müsaade etmezdi. İsmihan Kadın, dalgın dalgın gülümseyerek evinin yolunu tuttu.Gözlerinde elem perdesi,kulaklarında uğultu,yüreğinde sıkıntı vardı.”


“İnsan belli bir yaşa gelince kendi hudutları ve hatalarıyla barışmaya başlıyor.”


“Sistemin dışında kalırsan içeride anlamlı bir değişiklik yapabilmenin mümkün olmadığını öğrendi. Ancak sistemin bir parçası haline gelmek de insanın ruhunu yok ederdi. Söyle bakalım, bir şeyin içindeyken dışında durmayı nasıl başarırsın ufaklık?”


“Müsaadenle bir hikâye anlatayım?" dedi Şems. Ve işte şunu nakletti. Vaktiyle biri Farisi, biri Arap, biri Türk, biri Rum dört ortak varmış. Ellerine geçen parayla ne yapacaklarına karar verememişler. Farisi, "Haydi, 'engür' alalım" demiş; Arap'sa "O da ne öyle, istemem; 'ineb' alalım" demiş; Türk'se tutturmuş "Üzüm de üzüm" diye; bu arada Rum kararlıymış, "Geçin hepsini, 'ingabil' alacağız" demiş. Çok geçmemiş, kafadarlar kavgaya tutuşmuş. Nihayet dördünün de aynı şeyi istediklerini anlamışlar. Ama bu sefer yeni bir tartışma çıkmış aralarında. Her biri kendi üzümünü beğenirmiş. Biri kara, biri yeşil, biri sarı, biri mor üzüm salkımı taşırmış. Hepsi kendi üzümünü yere göğe koyamazmış. Neyse ki oradan gönüllere tercüman bir Sufi geçiyormuş. Kavga ettiklerini duyunca dört satıcıdan birer salkım üzüm almış, bir kaba koyup üzümleri ezmiş. Üzümün suyunu çıkarıp kabuğunu atmış. Çünkü aslolan meyvenin özüymüş, posası değil.”