“Hazmedememişti İskender bu ihaneti. Sevip de kandırmayı. İnsanın canı kadar sevdiği birini oyuna getirebileceği aklının ucundan dahi geçmemişti. O güne dek bilmezdi, birine bütün kalbinle muhabbet besleyip yine de onu incitmek istemenin mümkün olabileceğini.Sevginin ve aşkın karmakarışık halleri üzerine aldığı ilk hayat dersiydi bu.”
“İnsanın canı kadar sevdiği birini oyuna getirebileceği aklının ucundan dahi geçmemişti. O güne dek bilmezdi, birine bütün kalbinle muhabbet besleyip yine de onu incitmek istemenin mümkün olabileceğini.”
“Sistemin dışında kalırsan içeride anlamlı bir değişiklik yapabilmenin mümkün olmadığını öğrendi. Ancak sistemin bir parçası haline gelmek de insanın ruhunu yok ederdi. Söyle bakalım, bir şeyin içindeyken dışında durmayı nasıl başarırsın ufaklık?”
“Koca bir ömrün yorgunluğu... İsmihan Kadın bu akşam ölümü düşünüyordu. Hokkagülü İfakat'ın gözlerindeki yıldızlarsa ona gençlik demlerini hatırlatıyordu. Gizliden gizliye gıpta ediyordu bu hodbin ve hırçın Kadın'a. Akrep Arif mahallesinde aslını inkâra yeltenmeyen bir tek o kalmıştı ne de olsa. İsmihan Kadın onun gözlerinde yanıp sönen yıldızlara baktıkça avunuyor, umutlanıyordu. Hayatta oldukça kimselerin ona bir kötülük etmesine müsaade etmezdi. İsmihan Kadın, dalgın dalgın gülümseyerek evinin yolunu tuttu.Gözlerinde elem perdesi,kulaklarında uğultu,yüreğinde sıkıntı vardı.”
“Bakışıyoruz. Sonunda geldi işte o an. Benden ne kadar nefret ettiğini gösterebilecek.Ben de hislerinin karşılıksız olmadığını.Artık rol yapmaya gerek yok.Olduğumuzdan daha iyiymişiz gibi yapmayacağız artık. Neysek oyuz.”
“Müsaadenle bir hikâye anlatayım?" dedi Şems. Ve işte şunu nakletti. Vaktiyle biri Farisi, biri Arap, biri Türk, biri Rum dört ortak varmış. Ellerine geçen parayla ne yapacaklarına karar verememişler. Farisi, "Haydi, 'engür' alalım" demiş; Arap'sa "O da ne öyle, istemem; 'ineb' alalım" demiş; Türk'se tutturmuş "Üzüm de üzüm" diye; bu arada Rum kararlıymış, "Geçin hepsini, 'ingabil' alacağız" demiş. Çok geçmemiş, kafadarlar kavgaya tutuşmuş. Nihayet dördünün de aynı şeyi istediklerini anlamışlar. Ama bu sefer yeni bir tartışma çıkmış aralarında. Her biri kendi üzümünü beğenirmiş. Biri kara, biri yeşil, biri sarı, biri mor üzüm salkımı taşırmış. Hepsi kendi üzümünü yere göğe koyamazmış. Neyse ki oradan gönüllere tercüman bir Sufi geçiyormuş. Kavga ettiklerini duyunca dört satıcıdan birer salkım üzüm almış, bir kaba koyup üzümleri ezmiş. Üzümün suyunu çıkarıp kabuğunu atmış. Çünkü aslolan meyvenin özüymüş, posası değil.”
“Büyüdükçe ve peşinden koştuğu her emeli elinden kaçırdıkça bütün şeylerin geçici olduğunu karar verdi.”