“Deniz kenarında yapılan her şeye kumdan kale deniyor lakin bizimki bir vakitler kumdan kale olan bir yapının harabesine benziyordu daha çok. Tarihi görkemini çoktan yitirmiş bir kumdan kale. Surlarında kumdan berduşların şarap içtiği, dibine kumdan köpeklerin işediği, her yeri kumdan çöplerle dolu, yolunu şaşırmış birkaç kumdan turistin gördüklerine göreceklerine pişman oldukları bir kale işte. (Denizin Çağrısı / Erken Kaybedenler)”
“Her şey içime dokunurdu. Bir yabancının peşinden giden bir köpek. İçimi burkardı. Yanlış ayı gösteren bir takvim. Sırf bunun için ağlayabilirdim. Ağlamıştım da. Bacadan tüten dumanın bitişinde. Devrik bir şişenin masanın kenarında takılıp kalışında.Hayatımı daha az duygulanmayı öğrenmeye harcadım.Her gün daha az duygulandım.Büyümek midir bu? Yoksa daha beter bir şey mi?Kendini mutluluktan korumadan mutsuzluktan koruyamazsın.”
“Kanunlar doğru oldukları için değil, kanun oldukları için yürürlükte kalırlar. Kendilerini dinletmeleri akıldışı bir güçten gelir, başka bir şeyden değil. (..) Kanunlardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?”
“Evet, büyüyüp kendi evim olduğu zaman ne kadife koltuk isterim ne de tül perde. Ne de kauçuk ağacı. Salonumda böyle bir yazı masası, beyaz duvarla, her Cumartesi akşamı temiz pembe bir kurutma kağıdı, yazmak için her zaman ucu sivri bir sıra parlak sarı kalem, içinde her gün bir çiçek ya da birkaç yaprak olan sarımtırak kahverengi bir vazo ve bir dolu kitap. Kitap...kitap...kitap...”
“Babam beni mektebe götürdüğü zaman, çantamla birlikte artık uzun bir hayat tecrübesini de omzumda taşıyordum. Bir de Vatan denen bir şey vardı ki, çok iyi korunması gerekiyordu. Bizler, her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denen bir şey içerek haykırıyorduk.”
“Ne dünyada ne de evrende bir ağacın bir yeri daha güzel bir mekâna dönüştüremeyeceği hiçbir yer yoktur!”