“Kim bilir belki de… Şeytan, Tanrı’nın bilinçaltından başka bir şey değildir....Kutsal kitaplar sanattan ve sanatçılardan en az söz eden kitaplardır…...Bütün hibeler, bağışlar, sadakalar ve teberrular hayırsever işadamlarının yoksulluk sayesinde yaptıkları varlıklarının yoksullara dağıttıkları yüzdeleridir....Bugün herkes tüketmeye çalıştığı nesnelerin üretiminde çalışarak tüketilen birer nesnedir. Hem üretici hem de tüketici olarak iki ucundan yakılmış bir mumdur....“Gerçekten çok şanslıyım, çünkü mutsuzluğumu bedavaya getiriyorum.” derdi bir berduş. “Kimileri her gün on iki saat çalışarak ve kucak dolusu para harcayarak bu hale geliyorlar. Evet ben de herkes kadar keyifsiz ve yalnızım. Ama bunun için ne sabah dokuz akşam beş çalışıyorum ne de üstüne para veriyorum.” ...Dünyanın kanseri işadamlarıdır. Çünkü ancak kanser hücreleri beslendikleri organizmayı harap ederek çoğalırlar. Büyümek için büyü. Çoğalmak için çoğal. İlerlemek için ilerle. Kalkınmak için kalkın. Kapitalizmin ve kanserin ideolojileri birbirlerinin tıpatıp aynısıdır....Çalışmaktan bir hak gibi bahsedilmesi ve bunun anayasalara girmesi ne garip! Çalışmak ne bir hak, ne de bir ödevdir. Kötü bir kaderdir sadece… Sakat veya göle doğmak gibi....Aylaklık; düşünmek, duymak ve yaşamak için bağdaş kurmaktır. Çalışmak ise bir gün bağdaş kurabilmek için boşu boşuna koşuşturmaktır....Bir işadamının onca emekle çalışarak, çalıştırarak ve koşuşturarak yarattığına bakın; bacası tüten bir fabrika. Bir de sanatçıların yarattıklarına bakın; Mayıs ayında Floransa....“Küçük, bedensel ve geçici hazları küçümseyrek ruhsal, büyük ve ilahi hazları arayan keşişlere, dervişlere, Hint’ten ve Rum’dan gelen ermişlere, sufilere, bilgelere sakın kanmayın.” diye fısıldadı Şeytan. “Hazzı hep göklerde arayanlar yeryüzünde bulamayan kabızlardır. Bu arif, aşık ve cümle evliya takımı işte böyledir; kendi kabızlık ve kasvetlerine gizemli mazeretler ararlar aslında.” ...Cennetten kovulduğumuzda Tanrılar bize hem hatıra hem de yolluk olsun diyerek sadece üç şey verdiler. Biri haz, diğeri neşe, öbürü de dans. Gerisini; ayrılığı ve hastalığı, acıyı ve keder, can sıkıntısını ve her biri birbirinden boş ümitleri hep burada bulduk. İşte bu yüzden en doğru felsefelerin temeli neşe, sevnç, coşku ve hevestir. Kahkahalar ise yapıtaşları. ...Düş kırıklıklarımızın yegane sebebi, çabanın hissesini daha yüksek sanmamızdır....Kendimi bilmek ruhumu sıkıyor. Kendini bilenler de canımı....Ne yapmak ve ne olmak istediklerini çok iyi bilen insanlara ise acıyorum. Hiç mi hayal güçleri yok?...Yunanca’daki mutluluk (eudaimonia) sözünün içinde Şeytan (daimon) gizlidir. Bu bir tesadüf mü, yoksa bu olağanüstü adamların bilgeliklerinin yeni bir zirvesi mi? Eski Yunanlılar için Şeytan, bize doğru yolu gösteren iç sesimize verdiğimiz isimdir. Bu demektir ki, Yunanca mutlu olmak istiyorsanız Şeytan’ı işin içine karıştırmalısınız. ...İnsan doğar, yaşar ve ölür. Doğru da belki o sırayla değil....Kadın terk edildiği ve aldatıldığı zamanlarda, bir de boşanırken hiç tereddüt etmez; kararlı, şuurlu ve son derece akıllı bir biçimde bütün umumi strateji ve nokta hücumu taktikleriyle delirir....Feminizm; erkeklerin egemenliğindeki bir pazarda kadının kadınlığını değil işgücünü, aklını ve zamanını satmaya çalışmasıdır. Üretime, tüketime ve çalışmaya tapan bir toplumda kadının cinsiyetini bir mal olmaktan çıkartıp, bütün varoluşunu bir mal haline getirme gayretidir. Eğer bu özgürlük olsaydı, bütün erkekler ezelden beri özgürdüler. ...-Kadın 20. yüzyılda özgürlüğüne kavuştu.-Yok yahu! Peki sonra ne oldu?-Hiç. İş kölesi oldu. ...Aforizma edebiyatın salçasıdır. Sadece aforizma yersen kusarsın.”

Emre Yılmaz

Emre Yılmaz - “Kim bilir belki de… Şeytan, Tanrı’nın...” 1

Similar quotes

“Yarının hiçlik olması tehdidiyle mutlu olamam ve olmayacağım. Derin bir hakaret bu... Bu yüzden, beni acı çekmem ve yok olmam için, fikrimi sormadan ve küstahça var eden bu doğayı; su götürmez davacı, savcı ve davalı rolümle, kendimle birlikte mahkum ediyorum... Doğayı yok edemediğim için de, sadece kendimi yok ediyorum, hiçbir suçlunun bulunmadığı bir tiranlığa katlanmaktan bezmiş olarak...”

Fyodor Dostoyevsky
Read more

“Bu aklına gelince ve bununla birlikte geçmiş de aklına gelince ve çok süratli gelince, gözleri doldu. Çünkü bir şeyin düşünce olabilmesi için makul bir sürenin geçmesi lazım. Aniden akla geliveren ve düşünceye dönüşmek için kâfi zamanı bulamayan şeyler, basınç değişikliğinin tesiriyle (bizim problemimizde basınç aniden düşüyor, sıcaklık ise sabit) ne olur, sıvı hale geçer ve gözyaşı olarak akar bunu herkes bilsin. Bu böyledir. Gözlerini sil.”

Barış Bıçakçı
Read more

“Gezegenimizin ne denli harikulade olduğunu daha iyi kavramak için ve burada yaşamanın ne büyük bir ayrıcalık ve ne müthiş bir zevk olduğunun farkına varmak için, insan olağanüstü doğal yerlerde çok daha fazla zaman harcamalıdır!”

Mehmet Murat ildan
Read more

“Onu ertesi gün yine bir gezintiye davet etmenin doğru olup olmayacağı konusunda emin değildim. Bütün gün evdeydim, daha doğrusu alt kattaki odalarda kaldım, beni bütün öğleden önce ve öğleden sonranın büyük bölümünde meşgul eden İranlı kadını düşünmekten birden bir kitabın yardımıyla kurtulma gereğini duydum ve uzun zaman sonra, kesinlikle haftalar sonra bir şey okumayı beceremedikten sonra, şimdi yine yukarıdaki kitap odasına çıkabildim. Yukarıdaki odaların en küçüğünü kendime kitap odası diye adlandırılan bir oda olarak düzenlemiştim ve içinde okuma dışında hiçbir şeyin yapılamayacağı biçimde tasarlamıştım, kitap ve yazılarla uğraşılır biçimde, bu amaçla bu odaya tek bir sandalye koymuştum, o da tek pencerenin önünde duruyordu, sert, her açıdan rahat olmayan ve tamamen basit bir sandalyeydi, okuma amaçlı olanlar içinde insanın düşünebileceği en uç örnekti ve böylece pencerenin önündeki ahşap sandalyede oturarak, eğer karar vermişsem hiç rahatsız edilmeden hangisi olursa olsun istediğim kitaba dalabiliyordum, o öğleden sonra, çok iyi anımsadığım üzere, anne tarafımdan büyükbabamdan kalan mirasla elime geçen Schopenhauer’in İstem ve Tasarım Olarak Dünya’sını okudum, okumaktan, beni her açıdan aklayacak bir zevkten başka bir şey beklemediğim zamanlarda hep bu kitabı okurdum. İstem ve Tasarım Olarak Dünya daha gençlik yıllarımdan bu yana benim için felsefe kitaplarının en önemlisi olmuştu ve kendimi onun etkisine bırakmış, yani kafamın bütünüyle tazelenmesine hep güvenmiştim. Başka hiçbir kitapta hiçbir zaman daha duru bir dil ve aynı biçimde duru bir akıl bulamadım, hiçbir edebiyat yapıtı bende daha derin bir etki yaratmadı. Bu kitapla birarada olduğum zaman hep mutluydum. Ama çok ender bu kitap için mutlaka gereken doğal ve zihinsel hazırlığa sahiptim ve bu yüzden çok ender olarak bu olağanüstü ve doğrusu dünya hakkında karar veren kitapla birarada olmaya olanağım vardı, çünkü İstem ve Tasarım Olarak Dünya tpkı az sayıdaki diğer en yüce kitaplar gibi, yalnız en uç yetenekte ve bu yüzden algılama yeteneğinde ve algılama onurunda insana açılır ve deşifre olurlar. Bu olanağa o günden sonra en büyük ölçüde sahiptim. Beni yalnız uzun olmakla kalmayıp mutlaka son yılların en uzun süren yalıtılmışlığından ve düş kırıklığından da çekip çıkaran İranlı kadınla karşılaşma, kelimenin tam anlamıyla, onunla karaçam ormanına yaptığım gezintinin, ki sadece yüzeysel bakıldığında başarısız olmuş, gerçekte ise tam tersi bir etki yapmış olmasının, benim bu kadar uzun süre sonra yine kitap odamda ve üstelik de hemen İstem ve Tasarım Olarak Dünya ile sakinleşmemin ve beni hoş bir ruh durumuna sokmasının en son nedeni değildi. Hele bir saat ya da uzun bir süreyi İstem ve Tasarım Olarak Dünya ile geçirdikten sonra birdenbire doğabilimsel çalışmalarıma istek duyacağım aklıma gelmezdi ve ben kalkıp kitap odasından dışarı çıkıp, içine doğabilimsel çalışmalarımı, yani bütün doğabilimsel yazılarımı ve bu doğabilimle ilgili diğer yazı ve kitapları kilitlediğim odaya gittim. Aylardır bu yazıları ve yazıların yazılarını ve kitapları ve kitapların kitaplarını görememiştim, çünkü en derin düş kırıklığı içindeydim. Bu durum artık son bulmuştu.”

Thomas Bernhard
Read more

“Edebiyat ışıltılı, gerçeküstü bir serüvendir. Hayatın içersinde bulamadığım bir sürü mucizeyi orada buldum ve bu bakış açısıyla hayatın kendisinin de bir mucize olabileceğine inandım. Hayatla kendi benliğim arasında bir köprüydü edebiyat ve müthişti. Belki de bildiklerime inanmamayı, inandıklarımı ise bilmem gerekmediğini anlattığı için müthişti. Okuduğum yazarlar bu anlamda birer büyücüydü. Galiba bu yüzden yazar oldum. Hayatın zalimliklerle dolu gerçek haline ve hayali ablukaya almış vaatsizliğine katlanamadığım için. Büyü dedim ya, büyünün her yolu meşrudur edebiyatta. Zaman, mekan, gelmiş, gelecek… Kaynağım bunlar işte: düşlerim ve kaçışlarım.”

Müge İplikçi
Read more