“Çok genç ve toy günlerimde babamın verdiği bir öğüt aklımdan hiç çıkmadı.”İçinden ne zaman birini eleştirmek gelse,” demişti, ” bu dünyada herkesin senin sahip olduğun üstünlüklerle doğmadığını anımsa, yeter.”
“Ne oluyor?" diye başını kaldırdığı zaman tavanın tepesinden uçmuş olduğunu ve yıldızların elle tutulacakmış gibi yakından odasına sarktıklarını gördü ve sonra sevdiği kadın bu yıldızlara basarak, onlara tutunarak, onların ışığıyla sarınarak odasına girdi. Abdullah, bir kere kapısını çalmamış, semtine uğramamış olan bu güzel mahlukun, böyle uçan bir çatıdan ve bir yıldız kasırgası içinde odasına tavandan girmesine hiç de hayret etmedi. Zaten, bu güzel ve asil mahlukun kendisiyle aynı hamurdan yuğrulmuş olduğuna hiçbir zaman inanamamış, onun çok yüksek, büsbütün başka ve erişilmez bir alemden gelmiş bir mevcut olmasına daima ihtimal vermişti.”
“Sinema salonlarından çıkıp gerçeğe alışabilmek için gözlerini kırpıştırdıklarını gördüm, dünyada neler olup bittiğini öğrenmek için sendeleyerek evlerine Times okumaya gidişlerini izledim. Onların gazetelerine kustum ben, edebiyatlarını okudum, örf ve adetlerine uydum, yemeklerini yedim, sanatlarına esnedim. Ama ben yoksulum, soyadımın sonu ünlü bir harfle bitiyor ve benden nefret ediyorlar, babamdan ve babamın babasından da, ellerinden gelse kanımı içerler ama yaşlanmışlar artık, güneşin altında ölüyorlar, oysa ben genç ve umut doluyum, yaşadığımız zamanı ve ülkemi seviyorum ve sana Yağlı dediğimde yüreğim değildi konuşan, eski bir yara titreşti sadece. Yaptığımdan çok utanıyorum.”
“-Şark, dedi. Canım şark. Dışarıdan miskin, budala, çaresiz, fakir... Fakat içinden hiç aldanmamağa karar vermiş... Bir medeniyet için bundan daha güzel ne olabilir? İnsanları içlerinden tatmin etmeği ne zaman öğreneceğiz? Ne zaman bu 'hoşça bak zatına'nın manasını anlayacaklar?-Şark anlamış mıydı sanki?-Anlasın, anlamasın...Söylemişti ya.”
“Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalımTuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorumBu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibiSularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyorSeni aldım bu sunturlu yere getirdimSayısız penceren vardı bir bir kapattımBana dönesin diye bir bir kapattımŞimdi otobüs gelir biner giderizDönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güçBir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsinSeni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlatDurma kendini hatırlatDurma göğe bakalım”
“Pek çok köprüden geçebilirsin ve pek çok yolda seyahat edebilirsin, fakat her zaman kendi doğanı yanında taşıyacaksın! Senin doğan senin gölgendir!”