“Kendini bilen, akıllı-uslu bir adam, kendine karşı son derece titiz değilse ve kendisini nefret edercesine küçümsemiyorsa gururlu da değildir.”
“Mantık, kuşkusuz iyi şeydir, ama olup olacağı bir mantıktır ve insanın düşünme gereksinmesini gidermekten öteye geçemez; oysa istek yaşamın ta kendisidir, hem de en basit davranıştan yüce mantığa kadar. Gerçi isteğin eline kalmış bir yaşam çoğu zaman deli zırvasından başka bir şey değildir, ama unutmayalım, gene de yaşamdır, kare kökü almak değil.”
“Dinlemek isteseniz de, istemeseniz de, şimdi size niçin bir haşere bile olamadığımı anlatmak istiyorum baylar. Tamamıyla ciddi olarak söyleyeyim ki, böcek olmayı çoğu zaman arzuladım. Yazık ki buna bile layık olamadım. Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık. İnsana, gündelik hayatını sürdürmesi için gereken anlayışın yarısı, hatta dörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçı şehri olan Petersburg’da oturmak gibi katmerli bir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncu yüzyıl aydınımıza yeterdi. (Öyle ya, şehirlerin de inatçı olanları ve olmayanları vardır.) Şu halde insan, örneğin içi dışı bir, işadamı denen kimselerin sahip olduğu anlayışla yetinmelidir. Bahse girerim ki, bunları gösteriş olsun diye, hem de kılıcını şıkırdatan subayımızınki türünden zevksiz bir gösteriş için, işadamlarını alaya alarak yazdığımı sanıyorsunuz. Fakat baylar, siz hiç hastalıklarıyla övünen, hele bunlarla gösteriş yapmaya kalkışan birini gördünüz mü?”
“Fakat yüzüncü defa söylüyorum ki, insanın kasten, şuurlu olarak zararlı, manasız, hatta son derece budalaca bir arzuya kapıldığı bir durum, tek bir durum vardır.: yalnız akla uygun şeyler istemek zorunda kalmayıp, ne kadar manasız olursa olsun "istemek hakkına" sahiptir.”
“İnsan,gelip geçici heveseleri olan,tutarsız bir varlıktır ve tıpkı satranç oyuncuları gibi hedefe ulaşmayı değilde hedefe giden yolları daha çok sever. Emin olamayız elbette,ama insanın ulaşmak için çabaladığı şey, hedefe giden bu yol olabilir;o da hayatın ta kendisidir zaten. Aslına bakılırsa hedef,iki kere iki dörttür yani bir formüldür; ama bu formül hayatın değil,ölümün başlangıcıdır. İnsan,daima iki kere ikinin dört etmesinden az da olsa bir korku duymuştur;tıpkı benim duyduğum gibi. İnsanın uğruna denizler aştığı,hayatını tükettiği hedefi iki kere iki dörttür; ama öte yandan insanın korkusu bu hedefe ulaşmaktır. Çünkü ulaştığı an hedefsiz kalacağının bilincindedir... İnsan,hedefe ilerlemeyi sever ulaşmayı değil; şüphesiz çok gülünç bir durumdur bu. İşin en hoş tarafı insanın daha doğduğunda gülünç olmasındadır. İki kere iki dört formülü, yine de dayanılmaz şey doğrusu. Bana kalırsa iki kere iki dört, büyük bir küstahlıktır ve etrafa tükürükler saçan,elleri belinde,yol kesen bir külhan beyinin ta kendisidir. İki kere ikinin mükemmelliğine inanıyorum; fakat ondan daha üstün olduğuna inandığım şey, iki kere ikinin beş etmesidir.'Yeraltından Notlar - Dostoyevski”
“Bölmenin öbür yanından çalar saatin, birinin son nefesini andıran hırıltılı sesi duyuldu. Tabii olmayan bu uzun hırıltıyı yere bir şey devrilince çıkan sesi andıran tiz, gayet çirkin sesler takip etti. Saat ikiyi çalmıştı. Birden kendime geldim; zaten derin uyumuyor, biraz kestiriyordum.Kocaman bir elbise dolabı, şuraya buraya dağılmış şapka, elbise kutuları, bir sürü paçavralar, elbise parçaları, dar, basık, karanlık odayı tıka basa doldurmuştu. Odanın bir ucunda, masanın üstünde duran mum parçası tükenmek üzereydi. Zaman zaman hafifçe parlayıveriyordu. Birkaç dakika sonra ortalık tam bir karanlığa gömülecekti.Ayılmam güç olmadı; her şey birdenbire, kolaylıkla, saldırmak için fırsat kolluyormuş gibi kafama hücum ediverdi. Zaten ondan önce de zihnimin bir köşesinde, bir türlü silemediğim, uykulu hayallerimin etrafında dolaştığı sabit bir nokta vardı sanki: İşin tuhafı, uyandıktan sonra o gün başıma gelenlerin hepsini, uzun süre önce, çoktan olup bitmiş şeyler gibi hatırladım.Kafam iyice sersem gibiydi. Sanki kafamın üstümde bir şey uçarak bana çarpıyor, kışkırtıyor, rahatsız ediyordu. İçimde yine sıkıntı ve hırs kabarıyor, taşacak yol arıyordu. Birdenbire yanımda beni merak ve ısrarla inceleyen bir çift göz gördüm. Bakışı soğuk, kayıtsız, gamlı, tamamıyla yabancıydı ve insana ağırlık veriyordu.Kafamda kasvetli bir düşünce beliriverdi ve tıpkı rutubetli, havasız yeraltına inerken duyduğum sıkıcı duyguyu andıran berbat bir duygu vücuduma yayıldı. Kara gözlerin beni ancak şimdi incelemeye başlaması hiç de tabii değildi. Bu mahlûkla iki saat içinde tek kelime konuşmadığımı, buna hiç lüzum görmediğimi hatırladım; hatta demin bu halden hoşlanmıştım bile. O anda, aşkın olmadığı yerde olanca kabalığı ve hayasızlığıyla başlayan fuhşun manasızlığını ve örümcek misali iğrenç bir şey olduğunu apaçık görebiliyordum.”