“Ne ölüm, ne de hayat! Hiçbiri kovalamıyor beni rüyalarımda. Hiçbirinin eli bana değmiyor. Çünkü ellerim ceplerimde hiç olmadıkları kadar. Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan. Hepsini giydim. Hiçbiri olmadı. Hepsi dar geldi. İnansaydım herhangi birine, uğruna gerekirse dünyayı kan gölüne çevirirdim. Okyanuslar kırmızı olurdu. Pıhtılaşmış kanlardan siyah dağlar yükselirdi. Ama inanamadım. Bir türlü inanamadım... Bütün hayat bir illüzyon. Benim gibi. Kayra gibi...”
“O kadar az yaşadım ki sanki hiç ölmeyecekmişim gibi düşünme eğilimindeyim; insan hayatının bu kadarcık bir şeye indirgenmesi gerçek olamazmış gibi geliyor bana; elinizde olmadan, er ya da geç bir şey olacak diye hayal ediyorsunuz. Büyük hata. Bir hayat pekâlâ da boş ve kısa olabilir. Günler ne bir iz ne bir anı bırakmadan sefil bir şekilde akıp gider; ve sonra bir anda duruverir.”
“Ölümden korkuyordum. Ölümden o kadar korkuyordum ki belki de ölüyorsunuzdur diye, size bakamıyordum bile. Benim için ölmemenin, eğer bulabilirsem, bir... bir yolu olduğundan başka hiçbir şey düşünemiyordum. Fakat, sanki büyük bir yara varmış da kanıyormuş gibi, -sizinki gibi- hayat sürekli akıp gidiyordu. Fakat her şeyde bu vardı. Ve ben hiçbir şey, hiçbir şey yapmadım; sadece ölmenin korkusundan saklanmaya çalıştım.”
“Beni ancak zengin bir kancık kurtarır,’ diyor büyük bir yılgınlıkla. ‘Sürekli yeni kancıklar peşinde koşmaktan yoruluyor insan. Mekanikleşiyor. Aşık olamıyorum, asıl sorun bu, anlıyor musun? Fazlasıyla bencilim. Kadınlar düş kurmama yardımcı oluyor sadece, hepsi bu. Kötü bir alışkanlık gibi, alkol gibi, afyon gibi. Her gün yeni bir am bulmayılıyım kendime; yoksa hastalıklı bir hal alıyorum. Fazla düşünüyorum. Bazen kendime, işi ne kadar çabuk bitirdiğime şaşıyorum - ve aslında ne kadar az anlamı olduğuna. Otomatiğe bağlamışım sanki. Bazen kadın filan düşünmüyorum ama birden kadının tekinin bana baktığını fark ediyorum ve küt! Yeniden başlıyor. Ne yaptığımı anlamadan bir bakıyorum ki odamdayız. Ne dediğimi bile hatırlamıyorum. Onları odama getiriyorum, kıçlarına bir şaplak atıyorum ve göz açıp kapayınaya değin bir bakıyorum ki iş bitmiş. Düş gibi.. Anlıyor musun ne demek istediğimi?”
“ÇOCUKLAR GİBİBende hiç tükenmez bir hayat vardı Kırlara yayılan ilkbahar gibi Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı Göğsümün içinde ateş var gibi Bazı nur içinde, bazı sisteyim Bazı beni seven bir göğüsteyim Kah el üstündeydim, kah hapisteydim Her yere sokulan bir rüzgar gibi Aşkım iki günlük iptilalardı Hayatım tükenmez maceralardı İçimde binlerce istekler vardı Bir şair, yahut bir hükümdar gibi Hissedince sana vurulduğumu Anladım ne kadar yorulduğumu Sakinleştiğimi, durulduğumu Denize dökülen bir pınar gibi Şimdi şiir bence senin yüzündür Şimdi benim tahtım senin dizindir Sevgilim, saadet ikimizindir Göklerden gelen bir yadigar gibi Sözün şiirlerin mükemmelidir Senden başkasını seven delidir Yüzün çiçeklerin en güzelidir Gözlerin bilinmez bir diyar gibi Başını göğsüme sakla sevgilim Güzel saçlarında dolaşsın elim Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim Sevişen yaramaz çocuklar gibi”
“Bir yere ait olmayan insanlar ne olacak?""Nereye? Nereye ait olmayan?""Herhangi bir yere. Herhangi bir şeye, herhangi bir kimseye. Fiziksel olarak bir bağı olmayanlar. Uzay boşluğundaki kuyrukluyıldızlar gibi hiçbir çekim gücüne tabi olmayanlar.”