“Ama onlar beni de Booper'ı da -kız kardeşim- böyle sevmiyorlar. Yani olduğumuz gibi sevemiyorlar. Bizi birazcık değiştirmezlerse sevemiyorlar. Bizi sevme nedenlerini neredeyse bizi sevdikleri kadar,hatta çoğu zaman bizden daha fazla seviyorlar. Herkes diğerini sevdiği ölçüde, onu sevme nedenini seviyor, hatta çoğu zaman bu nedeni daha da çok seviyor. O zaman pek iyi olmuyor.”
“Ve, isin kotu tarafi da, bohem takildiginda ya da bunun gibi bir cilginlik yaptiginda, sen de herkes kadar duzene ayak uydurmus oluyorsun, sadece bicim farki var.”
“Niye bu kadar sıkıyorsun kendini? Yeni tanıştığın birine her şeyini anlatmaz mısın? Ben karşıma çıkan ilk insana, bütün hayatımı anlatabilirim.” “Neden?” “Nedeni yok. Yani bence yok. Doktora sorarsan, manik döneminde olduğu için der ama palavra. Ben her zaman böyleyim. Bizi samimiyetin hastalık olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. İnanınca, herkes gibi olunca, aptallaşınca iyileşiyoruz…”
“Dunyada hos seyler de var -hakikaten hos seyler yani. Hepsini birden iskalayacak kadar da salagiz biz. Olup biten her seyi hemen o sefil kucuk egolarimiza gonderiyoruz mutemadiyen.”
“Etrafımızda çok fazla şey var; bizi iyi düşünmekten alıkoyuyorlar! Daha iyi düşünmek için bazen yoğun bir sise ihtiyacımız olur!”
“Bazen insan avunmak için başka çare bulamıyor ama, sen nefsine hâkim ol. Biraz daha yaşlandıktan sonra nasıl olsa başlarsın. Hatta o zaman lazımdır da. Akşamdan akşama iki kadehin zararı yoktur. İnsana dünyayı unutturur. Eh, bu dünya da unutulacak dünya zaten...”
“Ama her şey yalnızlık içinde büyüdü. Büyüdü. İnsan sevgisi zaman zaman yalnızlığımızın boyutlarını aştı, zaman zaman da insanlar yalnızlığımızı birbaşınalığımızdan daha derin, daha dayanılmaz boyutlara iteledi. O zaman kentin denizlerini izledik. Dalgaların köpüklerinin sonsuzluğu anımsattığı bir zaman ışığında. Kuzey rüzgarının mavi-yeşile bürüdüğü suların yüzeyinde. O kentte kimse mutlu olmadı, ama kimse de mutsuz değildi. Çünkü kimse inanmaz mutluluğa.”