“Benle mutluluğum arasına saplanan mesafe dünya değildi, bombalar ve yanan binalar değildi, bendim, düşünmemdi, bir şeyleri asla koyuveremiyor olmanın kanseriydi. Cehalet tam mutluluk mudur, bilmiyorum ama düşünmek çok acı verici ve söyleyin bana, düşünmek bana ne verdi, beni hangi üstün mertebeye getirdi? Düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyorum, kendimi milyon kere mutluluğun dışında düşündüm ama bir kere bile içinde düşünmedim. Çıkarabildiğim son sözcük "ben"di ki feci bir şeydi...”
“Kendimi ararken hangi sapa yollarda yolumu yitiririm? Beni koruma numarasıyla, beni kendimden ayıran perde ne? Beni oluşturan bu ufalanmış parçaların içinde kendimi nasıl yeniden keşfedebilirim? Kendimi kavrama konusunda asla bilmediğim bir belirsizliğe doğru ilerliyorum. Sanki önümdeki yol önceden belirlenmiş. Sanki iç dünyam, kendi yarattığını sandığı; ama gerçekte onu biçimlendiren zihinsel bir manzaranın çizgilerinin bir parçası. Saçma -dünyanın rasyonelliğini onayladığı ve tartışmasız kabul edildiği için saçmalar saçması- bir güç beni durmaksızın sıçramaya zorluyor; ama asla terk edemediğim sert bir zeminde ayaklarım. Ve kendime doğru yaptığım bu yararsız atlayışımla, sadece bugünle olan bağımı yitirme başarısını gösteriyorum: çoğu kez, kendimden uzakta, ölü zamanın ritmiyle yaşarım.”
“Lucifer :Ve ölümlüler! Soruyorum sana... Neden? Söyle bana neden ?Morpheus :Ne neden ilk düşen ?Lucifer :Bütün önemsiz başarıları için neden beni suçluyorlar? Sanki bütün günümü onlarınomuzlarına tüneyip , aslında iğrenç buldukları bir hareketi zorla yapmalarını sağlayarak geçiriyormuşum gibi benim adımı anıp duruyorlar. 'Şeytana uydum' Bir tanesini bile hiçbir şeyekışkırtmadım... Asla... Kendi küçük hayatlarını kendileri yaşarlar ben onlar adına onların hayatını yaşamam. Ve sonra ölüp buraya gelirler (doğru olduğuna inandıkları bir şeye karşı günahişlemişlerdir) Ve acıya ceza çekmeye karşı duydukları arzularını doyurmamızı beklerler. Onları Buraya ben getirmiyorum. Sanki etrafta dolanıp ruhları satın alıyormuşum gibi hakkımda konuşuyorlarPazar yerindeki balıkçı kadınım sanki, Bir kere bile durup kendilerine neden diye sormuyorlarBenim hiçbir ruha ihtiyacım yok. Hem birisi bir ruha nasıl sahip olabilir ki? Hayır onlarkendilerinden mesuller... Sadece bununla yüzleşmek zorunda olmaktan nefret ediyorlar.Evet ben başkaldırdım.Çok uzun bir zaman önceydi. Ama o tek hareketin cezasını daha ne kadarçekeceğim?”
“Düşün! Bize, matematik dünyasının kurgusal ve sonsuz olduğu öğretildi. Bunu kabul ederim, 1'den sonra 2 gelir dendi. Bunu da kabul ederim. Ama sonra, 1 ile 2 arasındaki sonsuzluğu düşündüm. Peki o nereye gitti? İrrasyonel sayılar varken bir sayıdan sonra diğer bir tam sayı nasıl gelebilir? Eğer 1'den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konabiliyorsa 2 nasıl gelir? İşte! Soru bu! Yanıtsız bir soru. Ve işte matematiğin hatası! Dolayısıyla matematik yok. Onun üzerine kurulmuş dünya düzeni de yok... Ama ben anlayabilirim. Anlayabilirim bu sorunu. Ve o zaman ortaya yaklaşık sayılar çıkar. Yani hiçbir sayı tam değildir. Hepsi tama yaklaşır. Ama varamaz. Demektir ki, 1,999...9'u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. Ve dünya da aslında tam gibi görünürken, aslmda bir irrasyonellik harikası. İşte bunun için hayat yoktur. Olsa dahi o da irrasyoneldir! Yani anlamsızdır. Ne bir başlama nedeni, ne de bir oluş nedeni vardır. Evrende uçuşan kocaman bir irrasyonellik. Tabiî ki dünyanın bir anlamı olması gerekmiyor. Belki de onu anlamlandıran üzerinde yaşayan akıl sahibi yaratıklardır. Ama onların da bizi getirdiği nokta ortada!”
“Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir.”
“Güzelliğinin ve hoş kokusunun tadını çıkartamazdı Meriç. Bence Meriç'in varoluşuyla ilgili sorunları vardı ve sanki kendi varlığının yükü altında eziliyordu. Ona karşı acımaya benzer bir ilgi duyuyor, onu kendisinden korumak, daha fazla acı çekmesini önlemek istiyordum.***Bir süre sonra Aliye'yle birlikte senfoni konserlerine ve sinemaya gitmeye başladık. Çılgınlar gibi okuyor, öğrenmek ve açıklarını kapatmak için didiniyordu. Onun bu azmini taktir ediyordum ama öğrenmenin keyifli yanı yaşanmadığı zaman geriye bir zorunluluk silsilesi kalır ki, sevilmeyen dersler ve okul dertleri tamamen bunun eseridir. Aliye, bir şeyleri öğrenip zenginleştirmek ve yaşamdan daha çok tat almak arzusunda değildi. O, bilgisiyle intikam almak için donanıyordu. Öğrenirken bile hırsı öfkeli, coşarken bile rengi siyahtı.***Ailesinin hiç istenmeyen ve sevilmeyen dördüncü kızı olarak doğduğu güne sürekli lanet ederdi ama başardıklarının sevinciyle bir kez bile sarhoş olmayı denememişti. Aliye korkuyordu. Yalnızlıktan, aşağılanmaktan, alay edilmekten, sevmekten, terk edilmekten, düzenli bir ilişki ve ya yaşam kurmaktan... Yaşamı yaşam yapan bütün güzelliklerden kaçıyor ve kaçarken de yoluna çıkan her şeyi yıkıyordu.***Aras gittiğinde perişan olduğum doğru. Ama bazılarının iddia ettiği gibi hala yaşamımı düzene sokamadığım konusu bana saçma geliyor. Kim yaşamını tamamen düzene sokabilmiş ki? Düzene girecek bir şey midir yaşam? Her an her şeyin olası olduğu, sahiplenilmiş hiçbir aşkın soluk alamadığı, süreklilik denen şeyin delik deşik edildiği bir zaman tünelinde, yaşamı düzene sokmak ne demektir Allah aşkına?”