“Ölüm bütün gün odasından çıkmadı, kahvaltısını da, öğle yemeğini de, aksam yemeğini de hep odasında yedi. Geç vakitlere kadar televizyon izledi. Sonra ışığı söndürdü ve yatağına girdi. Uyumadı. Zira ölüm hiç uyumaz.”
“Çocukluğumdan beri belki ilk defa olarak; hayatımın sebepsizliğini ve boşluğunu düşünerek içim ezilmeden , “Bugün de geçti işte…Ve bütün günlerim hep böyle geçecek sonra ne olacak sanki!” demeden uykuya daldım.”
“O kadar az yaşadım ki sanki hiç ölmeyecekmişim gibi düşünme eğilimindeyim; insan hayatının bu kadarcık bir şeye indirgenmesi gerçek olamazmış gibi geliyor bana; elinizde olmadan, er ya da geç bir şey olacak diye hayal ediyorsunuz. Büyük hata. Bir hayat pekâlâ da boş ve kısa olabilir. Günler ne bir iz ne bir anı bırakmadan sefil bir şekilde akıp gider; ve sonra bir anda duruverir.”
“Bizi saran sıcaklığın. Soğuyan gecelerin. Ve geceleri bürüyen yıldızların. Ve dolunayın. Ve dolunayla birlikte uykusuz kalan insanların. Dolunayla birlikte uykusuz kalınan gecelerin soluk sisli sabahında ölümü bekleyen insanların.(Ölüm de bir günlük olay değil mi?)”
“Her sabah binlerce fırsat getirir ve binlerce tehlike de! Hayat bütün olasılıklara açıktır, insanın hayal bile edemeyeceği kadar!”
“..henüz genç ve sağlıklı bir bedene sahipken,zafer borularının öttüğü anda ölmek güzel olabilir; ama bir hastane koğuşunda uzun uzun acı çektikten sonra ölmek daha kötüdür herhalde, evde, sevgi dolu inlemeler, hafif ışıklar ve ilaç şişeleri arasında ölmek daha melankoliktir. ama bilinmeyen, yabancı bir diyarda, sıradan bir han odasında, yaşlı ve çirkinleşmiş bir biçimde, dünyada, arkada hiç kimsenin kalmadığını bilerek ölmek kadar zor hiç bir şey olamazdı. ”