“Küçük bir sinek vızlayıp kulağımın yanından geçti, sonra kayboldu. Daha önce hiç Noel'de sinek görmemiştim; Sanat 102 dersinde hissetmemiz öğretildiği gibi, iki tanıdık şeyin beklenmedik şekilde yan yana gelmesinin gerçeküstülüğünü hissederek ona vurdum. Gelecek bu olacaktı.”
“Nereye gidersem gideyim burdayım, bedenimleyim. Çeşit çeşit oralar'dan önce salt bir burda var.Yarım yüzyıl geçti, bir türlü kendime yerleşemedim.Nerdeyse bir hiç olarak doğarsın.Bir o yana bir bu yana yalpalar durursun. Sever, üzer, çeker, çektirirsin. Çalışır, öğrenir, didinirsin. Zamanla 'biri' olursun.Sonra gene...Günün birinde ölür, nerdeyse bir hiç olursun.Hepsi bu.”
“Hayat birbirinde ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyor. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değil ve sadece hatıralar iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değil.”
“(..)Sonra Nazlı’yı kaybettim. Şimdi bazen düşünürüm: Ne olurdu, aramızda her şeyi konuşmuş olsaydık. Nazlı bana evden ayrıldıktan sonra nasıl yaşadığını anlatsaydı, neden birdenbire kaybolmak istediğini açıklasaydı. O kadar sevdiğim karımın hayatına ait bir kısmı, hiç bir zaman bilemedim. Sanki iki yıl, Nazlı hiç yaşamadı bana göre. Biliyorum, denebilir ki, üzücü olaylarla karşılaşacaktı; insan, belki de hiç istemediği sözleri duyacaktı. Olsun; hiç bilmemekten, bir insan hayatının o kadar yılını hiçe saymaktan daha iyidir herhalde. Onun iki yılını yok saymakla, onun bu yıllarda neler hissettiğini bilmek istememekle, çok sevdiğim bu insana da bir bakıma hürmetsizlik etmiş oldum.(..)”
“O kadar az yaşadım ki sanki hiç ölmeyecekmişim gibi düşünme eğilimindeyim; insan hayatının bu kadarcık bir şeye indirgenmesi gerçek olamazmış gibi geliyor bana; elinizde olmadan, er ya da geç bir şey olacak diye hayal ediyorsunuz. Büyük hata. Bir hayat pekâlâ da boş ve kısa olabilir. Günler ne bir iz ne bir anı bırakmadan sefil bir şekilde akıp gider; ve sonra bir anda duruverir.”
“renkli balıkların şımarıklığından geçip, küçük balıklarındoğuştan şaşkınlığından, yosunların yılışıklığından;kurbağa yavrularının gayretine hayranlıkla ve su yılanlarınınkaçısına minnettarlıkla, vardım suyun kuytu sığınağına.akıntının mahmurlaştığı yuvasına. yarı uykulu,dalgın bu tabakadarastladım suyun başlangıcından beri orada olanbir balığa.dokunmadım hiç bu balığa.dokunulamaz balıklara. çünkü tutabilmek için bir balığı, gövdesini sıkıştırmalı.gövdesi tutulan balıklarınçabucak kesilir soluğu.körpe ve iyi niyetli olsa da, çırpınarak kovar balık,kendi için açılmış her avucu.balık, ancak bakarak bilenlerin,görmekle yetinenlerin dostu.durduk balıkla yan yana.ancak yan yana durulabilir bir balıkla.karşısına geçip telaşını durdurmaya çalışacağına...arkasına geçip kuyruğunun dalgasında hırpalanacağına..üstünde altında dolaşıp balığı şaşırtacağına..sadece yan yana durulabilir bir balıkla.böylece bakabilirsin balığın neye baktığına.....ben de baktım balığın baktıklarına.durdurup zihnimin işleyişini iyice, çalıştım aklımısaydam kılmaya. söyleyecek sözüm kalmayacaktıaz daha. biraz daha dursam böylekalakacaktım balıksı bir zamanda.yumuşaktı doğrusu, akıl dönüşüyordu suya.kendini diyemeyecek kadar duraksız bir akışta.derken bir kaplumbağa böldü duruşumuzu....balık baktı bana. sonra kaplumbağaya. şaşarak bir aklınbu kadar etten olmasına ve bir gövdeninzamanın bütün yaralarını taşımasına.balık unuttu anladığını, suyla birlikte aktı.daha biraz önce burada, bir şey anlamaktaydı.anlamın kendi gelmeden anladığından uzaklaştı.yeterince sudan biri olamadığımdan belki,su için fazla dilli,kaplumbağa beni suyun ötesine doğru çekti.aklım yeniden ete döndü. nihayetinde ben insandım,balık olup akamadım.tastamam kendimden ibaret olamadım.giderek hızlanarak ve suyun boğuk gürültüsüne kapılarak...”