“Ama saygısız nankörlük genç insanların zırhıdır.O olmasa nasıl kalırlar hayatta,nasıl ilerlerler ? Yaşlı insanlar gençlerin iyiliğini ister ama kötülüğünü de ister : Onları tüketmek,canlılıklarını içlerine çekmek isterler,böylece kendileri ölümsüzlüğe erişsin diye.O haşinliğin kabalığın ve hafif meşrepliğin koruyucu zırhı olmasa,çocuklar geçmişin yükü altında ezilirler,başkalarının geçmişinin yükü altında,kendi sırtlarına yüklenen.Bencillik onları kurtaran bir lütuftur.”
“Geçmiş zamanları bilmek ve onları yeniden anmak arzusu bizim kendimize olan aşkımızdan doğar. Kendimize duyduğumuz bu sevgi, artık bizimle yaşamayan insanlar ve nesnelerle bizim aramızda bir bağ kurarak umutlanır ve deyim yerindeyse, onları benimseyerek yaşamımızı uzatmak ister. Bu arzu yüzyıllara yayılma ve bir başka dünyaya sahip olma düşünü sever.”
“Her şeyin bir sonu olmaz mı? Gece sona erer, gündüz sona erer, ay öyle, yıl öyle…... Her an ölümle yüz yüze kalabilirim. Ama yaşayabildiğim sürece ölümü karşılamaya gitmem gerekmez. Bir gün ister istemez ölümle karşılaşacağım; bu önemli değil. Önemli olan benim yaşamamın veya ölümümün başkalarının yaşamını nasıl etkileyeceği...”
“..henüz genç ve sağlıklı bir bedene sahipken,zafer borularının öttüğü anda ölmek güzel olabilir; ama bir hastane koğuşunda uzun uzun acı çektikten sonra ölmek daha kötüdür herhalde, evde, sevgi dolu inlemeler, hafif ışıklar ve ilaç şişeleri arasında ölmek daha melankoliktir. ama bilinmeyen, yabancı bir diyarda, sıradan bir han odasında, yaşlı ve çirkinleşmiş bir biçimde, dünyada, arkada hiç kimsenin kalmadığını bilerek ölmek kadar zor hiç bir şey olamazdı. ”
“Onları öfkeme layık bulmuyorum. Öfkem bana ait bir şey. Yakın hissetmediğim birine nasıl gösteririm onu.”
“Coşkun:… Artık benim sesimi de dinlemeli insanlar! İster keman sesi olsun,ister oyun sesi;yeni bir ses getirmeliyim bu dünyaya!”