“Dehşet bir şoktur, mutlak bir körleşmenin zamanı. Dehşette en ufak güzellik yoktur. Bütün görebildiğimiz bizi bekleyen bir olayın gelip geçici ışığıdır. Öte yandan, hüzün olacakları bildiğimizi varsayan bir tavırdır.”Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”
“o gün akşamüstü son bir defa daha kırlarda dolaşmaya çıktığında yaşadığı tuhaf bir anı hatırladı: bir dere kıyısına gelmiş, çimenlere uzanmıştı. uzun süre orada öylece uzanmış, akarsuyun ta içinden geçerek bütün acıları ve bütün pislikleri; ben'ini sürükleyip götürdüğünü sanmıştı. tuhaf, unutulmaz bir an: ben'ini unutmuş, ben'ini kaybetmiş, kurtulmuştu; ve bu mutluluktu.bu anı içinde silik, uçucu ama çok önemli (belki de hepsinin en önemlisi olan) bir düşünceyi uyandırdı.hayatta dayanılmaz olan şey var olmak değil, kendin olmak.yaşamakta mutluluk diye birşey yok. yaşamak: acılı ben'ini dünya adına taşımak. ama olmak, olmak mutluluk. olmak, çeşmeye, evrenin içine ılık bir yağmur gibi indiği taş bir havuza dönüşmek.”
“Aslında, gerçekten ciddi olan sorular bir çocuğun bile dile getirebileceği sorulardır.Yalnızca en çocuksu sorular gerçekten ciddi olan sorulardır.Cevapları olmayan sorulardır bunlar.Cevabı olmayan soru aşılamayacak bir engeldir.Başka bir deyişle insani olasılıkların sınırlarını belirleyen ,insan varoluşunun sınırlarını saptayan cevabı olmayan sorulardır.”
“Bu dünyada gençlik ve güzelliğin bir anlamı yoktu; birbirinin tıpatıp eşi, ruhları görünmez olmuş bedenlerle dolu uçsuz bucaksız bir toplama kampından başka bir şey değildi yaşadığımız dünya.”
“Geceden gündüze, uykudan uyanık yaşama geçmek için heykellerle çevrili bir köprü gibi ağır ağır aştığım bu sabah saatlerinin tembelliğini de çok sevdiğimi söylesem. Geceki düşlerimin sürdüğüne ve uykunun serüveniyle günün serüveninin bir uçurumla ayrılmadığına beni inandırıcak ani bir rastlantıya, küçük bir mucizeye sonsuz minnet duyacağım anıdır bugün”
“Yaradılış Kitabı'nın en başında bize Tanrı'nın insanoğlunu balıklar kuşlar ve tüm yaratıklar üzerinde egemenlik kursun diye yarattığı söylenir. Yaradılış Kitabı'nı yazan insandı elbette, at değil. Tanrı'nın insana hayvanlar üzerinde egemenlik kurma iznini verip vermediği pek belli değil. Daha akla yakın olanı, insanın inekle at üzerinde kurduğu egemenliği kutsasın diye Tanrı'yı yaratmış olması. Evet, bir geyiği ya da ineği öldürme hakkı insanoğlunun üzerinde görüş birliğine vardığı tek şey, en kanlı savaşlar sırasında bile. Bu hakkı verili saymamızın nedeni hiyerarşinin en tepesinde olmamız. Ama hele oyuna üçüncü kişi girsin -kendisine Tanrı tarafından, 'bütün öteki yıldızlardaki yaratıklar üzerinde egemenlik kuracaksın' denen, başka gezegenden bir yaratık - Yaradılış Kitabı'nı elde bir saymamız o an imkansızlaşır. Bir Marslının arabasına koşulan ya da Samanyoluna sakinleri tarafından şişte kızartılan bir insanoğlu belki tabağındaki dana pirzolasını hatırlar da, inekten (çok geç olarak!) özür diler.”
“Düşüncenin yaklaşıklığı ile gerçeğin kesinliği arasında düşlenemez olanın yarattığı küçük bir boşluk vardı ve onun bir türlü peşini bırakmayan da bu boşluktu.”