“¿Qué fue primero: la música o la tristeza? ¿Me dio por escuchar música porque estaba triste? ¿O es que estaba triste porque escuchaba música? ¿No te convierten todos esos discos en una persona de tendencia melancólica?Hay quien se preocupa, y mucho, de que los niños pequeños jueguen con armas de fuego, de que los adolescentes vean vídeos en los que la violencia es moneda corriente; nos da miedo que esa esa especie de cultura de la violencia termine por tragárselos como si tal cosa. A nadie le preocupa en cambio que los niños escuchen miles, literalmente miles de canciones que tratan siempre de corazones destrozados, de rechazos y abandonos, de dolor, tristeza, pérdida. Las personas más desgraciadas que yo he conocido, románticamente hablando, son las que tienen un desarrollado gusto por la música pop. Y no sé si la música pop es la causante de esta infelicidad, pero sí tengo muy claro que han escuchado esas canciones infelices desde hace más tiempo del que llevan viviendo una vida más o menos infeliz. Así de claro.”
“La música sentimental tiene la especial cualidad de llevarte hacia atrás en el tiempo a la vez que te lleva hacia delante, y por eso te sientes nostálgico y esperanzado a la vez.”
“A la mayoría de la gente le cabe en la cabeza el suicidio, supongo; la mayoría de la gente, aunque lo tenga muy oculto en lo más profundo de sí misma, puede recordar alguna vez en la vida en la que pensó si realmente quería despertar a la mañana siguiente. Querer morir parece una parte de estar vivo.”
“There was, he thought, an emotional truth here somewhere, and he could see now that his role-playing had a previously unsuspected artistic element to it. He was acting, yes, but in the noblest, most profound sense of the word. He wasn’t a fraud. He was Robert De Niro.”
“Annyira szeretnék bocsánatot kérni attól a kiskölyöktől: „Sajnálom, cserbenhagytalak. Én vagyok az az ember, akinek igazából gondoskodnia kellett volna rólad, de én elrontottam: rossz döntéseket hoztam a legrosszabb pillanatokban, és elintéztem, hogy az legyen belőled, aki vagyok.”
“İki haftamı ülkenizi dolaşarak geçirdim -ülkeniz, çılgın zamanlar mıntıkası ve televizyonda sürekli bir biçimde ereksiyon sorununu tedavi eden ilaçların reklamının yapıldığı o ülkeyse eğer- bu dergi için bilgi toplamakla görevlendirilmiş olarak: kırk yedi edebiyatsever, sinir bozucu derecede sakin olmakla beraber yüzü gülmeyen genç adam ve kadından oluşan, her ay bu köşedeki tüm iyi esprileri ayıklayan Hece Cümbüşü, artık Amerikan okuma alışkanlıklarından bihaber olduğuma karar verdi ve beni havaalanı kitapçılarına doğru (itiraf etmeliyim ki faydalı) bir geziye gönderdi. Bu sayede, biliyorum ki, en sevdiğiniz yazarınız Cormac McCarthy değil, hatta David Foster Wallace bile değil, Joel Osteen diye bir adam ki kendisi, hakkında bildiğim kadarıyla Cümbüş üyesi olabilir çünkü kusursuz dişlere ve kurtarıcımız İsa’nın rehberliğinde insanlığın mükemmelliğe ulaşabileceğine dair bir inanca sahip. Televizyonu her açışımda Osteen ekrandaydı -Allah şu yetişkinlere yönelik, seyrettiğin-kadar-öde kanallarından razı olsun!- ve kitabı Become a Better You (Daha İyi Bir Sen Ol) her yerdeydi. Sanırım, şimdi bu kitabı okumak zorunda kalacağım, sırf sizin ne düşündüğünüzü öğrenmek için. Gerçek bir hikaye: Texas Houston’da George Bush Havaalanı’nda, otuzlarında çekici bir kadın gördüm bu kitabı satın alırken ve ilginç olan şuydu ki kadın ağlıyordu bu işi yaparken. Aceleyle içeri girdi gözlerinden yaşlar akarak ve kendi kendine söylenerek, doğruca ciltli, çok satan, kurgusal olmayan kitapların sergilendiği bölüme yöneldi. Tahmininiz benimki kadar başarılı. Neredeyse tamamen eminim ki, suçlanması gereken kişi duyarsız bir herifin teki (kadının D15 ile D17 kapıları arasında bir yerde terk edildiğini tahmin ediyorum), ve aslına bakılırsa duyarsız Amerikalı erkekler, Hıristiyanlığın A.B.D.’de popüler olmasının sorumlusudur. İlginçtir ki, İngiltere’de erkekler zerre kadar duyarsız değildir ve sonuç olarak biz de neredeyse toptan allahsız bir milletiz ve Joel Osteen hiçbir zaman televizyonlarımıza çıkmıyor.”