“...Bana öyle geliyor ki, Pythagorasçılar bazılarının düşündüğü gibi, öğretilerini paylaşmaktan duydukları kıskançlıktan değil de, büyük insanlara ait böylesine güzel ve binbir zorlukla dolu keşif, maddî bir kazancı olmaksızın kalem oynatmayı sıkıcı bulan ya da başkalarının yüreklendirip örnek olmasıyla hür felsefe çalışmasına özendirilse de aklî donukluklarından ötürü filozoflar arasında tıpkı bal arılarının arasındaki erkek arılar gibi duran kişilerce hor görülmesin diye böyle yapıyordu.”
“O kadar az yaşadım ki sanki hiç ölmeyecekmişim gibi düşünme eğilimindeyim; insan hayatının bu kadarcık bir şeye indirgenmesi gerçek olamazmış gibi geliyor bana; elinizde olmadan, er ya da geç bir şey olacak diye hayal ediyorsunuz. Büyük hata. Bir hayat pekâlâ da boş ve kısa olabilir. Günler ne bir iz ne bir anı bırakmadan sefil bir şekilde akıp gider; ve sonra bir anda duruverir.”
“Düşünsenize, onların o kentleri ayakta duruyordu, dimdik ayakta. New York ayakta duran bir kenttir. Daha önce de çok kent görmüştük bizler elbette ve bayağı da güzel kentler ve limanlar, hem de en fiyakalısından. Ama bizim oralarda yan vaziyettedir kentler, değil mi, deniz kenarında ya da nehir kıyısında, manzaranın üzerine uzanıverirler, yolcuyu beklerler, oysa bu Amerikalısı, o öyle ayılıp bayılmıyordu, hayır, kazık gibi duruyordu, orada, hiç de sikici değildi, ürkütücü bir kazık.”
“Erkekler böyle şeylere dayanamıyor," diye ekledi kadın, kızgın gibi değil de öğrenmiş, kanıksamış gibi."Uzun süreceğini düşündükleri şeylere," diye açıkladı annem.”
“İyilik, aşk ya da merhamet gibi bütün büyük hisler yerçekimini yok ederler ve böylece kanatsız insan bir kuş gibi yükselir.”
“İnsanların birbirlerine aşıkken gündelik hayatlarına devam etmelerini anlayamıyordum. Böylesi bir hareket bana ihanet gibi geliyordu. Kötü sahnelenmiş bir piyes gibi! Sanki bir insana değil de bir koltuğa aşık olunuyormuş gibi!”