“Coşkun:Olsun.Hem oyunları ciddiye almıyor muyuz?”
“Kent sokaklarında çıkan her benlik değiştirilmiş, takınılmış bir kişilik değil mi? Duvarlar gerisinde en çok kendimiz olmuyor muyuz? En çok duvarlar arasında direnmiyor, en çok duvarlar ardında hissetmiyor muyuz?”
“Dünya'daki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları, sayfalarca laflar sevginin yerini tutmaz. okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın.”
“Atay'da öncelikle "mış gibi yapmak" demektir oyun; romanların kahramanları bu oyunu kurallarına göre oynayamadıkları için oyunun dışında, çocuk gibi saf ve hesapsız kalmışlardır. Ama aynı zamanda oyuna gelmek, gülünç duruma düşmek, başkalarının soytarısı olmak, "sahneye uşak rolünde çıkmak", kısacası azgelişmişlik demektir oyun; aynı kahramanlar çocukken oynamadıkları için büyüyünce oynamak zorunda kaldıklarından oyunu fazla ciddiye almışlar, oyunu fazla ciddiye aldıkları için oyuna gelmişler, oyuna geldikleri için de başkalarının alay konusu olmuşlardır.”
“En kötüsü, hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: kaldım. Oysa, kalınmaz. Onlar biraz ısrar ederler; sen biraz nazlanırsın. Sonunda kalkıp gidilir. Her söylenileni ciddiye almak yok mu, şu sözünün eri olmak yok mu; bitirdi, yıktı beni.”
“Gidip rüzgara daha yakından bakalım mi?" "Belki de herkese göre bir yer var dünyada", diyorum, "Herkese göre biri var ama herkes doğru yerde değil." "Tıpkı bir düşteki gibi dokunduğun anda darmadağın olacak bir kadın." "Pervasızca dokunduğumuz her şeyi toza çevirmiyor muyuz zaten?”