“Ne var ki dünyada “sizi anlıyorum” gözlerinin sahteleri türemişti;gerçeği sahteden ayırmak çok zordu.”Sizi anlıyorum konuşmanıza ihtiyaç yok” ya da “siz onlara bakmayın yalnız gözlerime inananın” bakışlarını çoğu aslında “bugünü geçirmek için birine ihtiyacım var” kalıbından ibaretti.İnsanın böyle sahtekarları görünce başı ağrıyordu.”
“Hayatımla oynuyorum. (Emel'in ellerini tutar.) Fakat bana acıyın, çünkü oyunlara ihtiyacım var. Ne var ki hiçbir şeyin sonunu getiremiyorum, oyunlarım hep yarıda kalıyor, fakat sizi sonuna kadar seviyorum.”
“Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi. "Ne gibi? ""Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki..." "Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..." "Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "hasta bir köpek kadar yalnız..."...Şuna dikkat edin ki, benden herhangi bir şey istediğiniz gün her şey bitmiş demektir. Hiçbir şey anlıyor musunuz, hiçbir şey istemeyeceksiniz… Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daim bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok… Fakat bilmem… Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm… ...Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım… Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir…”
“Niçin bugünü yaşamıyorsun Mümtaz? Neden ya mazidesin ya istikbaldesin? Bu saat de var.”
“Konu bu değil ki. Her zaman bir isim vardır. Lincoln. Hitler. Gandhi. İsim, dehşete sebep olabilir, hayrete...Bazen de harika şeylere, isim yapmaya çalışan milyonlarca insan var. Hayal dahi edemeyeceği şeylerle karşılaşan insanlar. En kritik anda, kendi isimlerimiz bile insanların bizi ayırmak için kullandığı seslere dönüşür. Savaşabildim mi? Faydam oldu mu? Kız kardeşlerime destek oldum mu? Yoldaşlarıma, çocuklarıma, sümüklü böcek kabilesine...Her birimizin içinde zincirin bir halkası var. Adamın dediği gibi, ya varlığını hissedersin, ya da bilmezden gelirsin. Hissetmeye çalıştım. Bir kadın gibi karanlıkla yüzleşmeye çalıştım. Bundan fazlasına ihtiyacım yok. Beni hatırlamak zorunda değilsiniz. Kim olduğumu bile bilmiyorsunuz. Ben biliyorum.”
“Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?”“Hangisini?”“Otomatik yanan, sensörlü lamba.”“Hayır.”“Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.”Önüme baktım.“Neden kırdın?”Cevap yok.“Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…”“Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?”“Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.”“Beni görünce yanmıyordu baba.”“Nasıl ya?”“Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.”“E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.”“Hadi ya! Sahiden mi?”“Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.”Babama sarıldım yıllar sonra.”