“Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşünceninUnutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyizÖlü balıklar geçiyor kırışık bir denizin sofrasındaVe ellerinde fenerleriyle benim arkadaşlarımDurmadan düşünüyorumNe kadar çok öldük yaşamak için.”

Onat Kutlar

Explore This Quote Further

Quote by Onat Kutlar: “Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşünceninU… - Image 1

Similar quotes

“Regina’yı bir yana bırakıp yıllar sonra birdenbire yeniden Gregor Samsa’yı düşünmeye başladığın o güz gününü hatılıyor musun? Güneşli ama serin bir gündü ve sis henüz dağılmamıştı. Yoksulluğun tepelerinden koşarak gelen çocuklar tarlalara dağılırken, sen onların rüzgarla aşıp geçtikleri çitin önünde duruyordun. Özenli, iyi giysiler vardı üzerinde. Tertemiz, boyalı ayakkabılarından birini tele dayayıp gözlüklerinin arkasından ufku görmeye çalıştın. Sakin bir gündü. “Sis ne zaman kalkacak acaba?” diye düşündün. Çit seni rahatsız ediyordu ve özgürlük duygusunu henüz yitirmemiştin. Kendinden yana ciddi bir sıkıntın yoktu. Hatta seni başkalarından ayıran özelliklerin olduğuna inanıyordun. Diyordun ki “Değişim, doğanın ve insanların yasasıdır. Nasıl olsa böyle gitmez bu…” Ama çit olduğu yerde duruyordu.Bilinçaltı bir kolaylık isteği yüzünden mi düşündün Gregor Samsa’yı? Bir böcek bir insandan daha kolay aşar kimi engelleri. Üstelik göze çarpmaksızın. İlk bakışta haklı görünüyordun. Çit yüksekti, teller dikenli, ufuk belirsiz. Ortalık neredeyse ıssızdı, tellere yanlış notalar tünemiş kargaları saymazsan. Onları da eskiden beri küçümsersin. Belirsiz bir zamanda, tertemiz çoraplarının içinde rahatça duran ayaklarının derisine bir kıl örtüsünün dokunuşunu ilk kez fark ettin. Şaşkınlıkla çıkardın ayakkabı ve çoraplarını. Tuhaf bir şeydi, ama gerçek. Ayakların küçülmüştü ve adamakıllı kıllıydı. Tırnakların uzun, ince, hafifçe kıvrık. Önce “nasıl olsa fark edilmez” diye düşünüp çoraplarını yeniden giymek istedin. Hatırlıyor musun hangi gündü bu? Herkesin değil, ama “senin” kaybedecek şeylerin olduğunu düşündüğün, olup bitenleri bir alınyazısı gibi karşılamaya hazırladığın gün mü? Yoksa biraz daha önceye mi gidelim? Belki de tam kıyıda durmanın daha akıllıca olduğunu akıl ettiğin gün. Değişen duruma göre çitin iki yanına da kolayca geçebilecek bir noktada bulunmak.Şimdi tıpkı tavuk-yumurta örneği, senin tarihini düşündüğümde, bir türlü yanıtlayamadığım iç içe iki soru var: Ellerinin de ayakların gibi kıllı ve sinirli pençelere dönüştüğünü gördükten sonra mı rahatlayıp “bakın artık evcil ve zararsızım” dedin, yoksa bu ikinci değişiklik, sen böyle dediğin için mi başladı? Her neyse, zaten ikisi de aynı kapıya çıkar. Kendi küçük ve dar dünyanın sorunlarıyla o derece yüklüydü ki kafan, bunları uzun boylu düşünecek zamanın bile yoktu. Ayrıca değişikliği yavaş yavaş benimsemeye de başlamıştın. Mevsimler göz açıp kapayıncaya kadar geçiyordu. Bir gün uzaklardan yağmur ve kar kokuları geldi burnuna. Eskisine göre nedense daha iyi koku alıyordun. Neredeyse bir ikinci karakterin olan güvensizlik, hafifçe kıpırdadı içinde. Mevsimlerin ötesine geçenler vardı ama sen onlardan değildin. Ayrıca korunması gerekli, değerli bir varlıktın. Bir ses, “gel buraya” dedi, “gir içeriye.” İşte bir soru daha: Kendi içinden mi geldi bu ses, yoksa yukardan , göklerden mi? Döndün. Arkanda, tam da senin için hazırlanmışa benzeyen bir çatı. Bir ev değildi bu. Daha çok bir kulübecik. Ama seni fırtınalardan koruyabilirdi. Yüzündeki değişikliği ne zaman fark ettin diye soracaktım, vazgeçtim. Çünkü bilirim, yüzümüz görmek için eğildiğimiz her aynanın arkasında bir sır vardır. İstersen burada sana bir öykü anlatayım. Bir köpekle bir çocuğun öyküsünü: Yağmurlardan sonra bir ikindi vakti, bir köpek geçmişin aynasına bakıyormuş. Orada, burnunu cama dayamış bir çocuk görmüş. Ve çocuğun içinde durmadan büyüyen, çiçek açan bir şeftali ağacı. “Eğer bu bir düş değilse” demiş köpek, “ seninle bir yerlerden tanışıyoruz…” Gülmüş çocuk. “Hayır” demiş, “yüzü seninkine benzeyen bir arkadaşım yok benim…”Öyle sanıyorum ki o çocuk sendin. Ama artık düş bile değil senin için. Hazirandı.İkimiz de biliyoruz, o gün fark ettin, arada çit değil, dipsiz bir uçurum bulunduğunu. Özgür bir insanla bir köpeği ayıran. Ve ben sana bu soruları hiç sormazdım, durduğun yerde Gregor Samsa’yı düşünmeseydin. (15 Ağustos '83)”


“Bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak...”


“Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim.”


“Arabaları gözlerken hep böyle onulmaz bir duygu, sanki çok uzaklardaymış, denizin ortasında yapayalnızmış gibi bir duygu kaplardı yüreğini; bir gün bile yaşamak çok, çok tehlikeliydi onca, hep böyle düşünmüştü.”


“(...) Çünkü ortalama yeteneklerle doğan birisi için kendinden çok daha yetenekli insanlarla yaşamanın çoğu kez kendi gelişimini engelleyen bir etken olduğunu gözledim. (...)”


“Artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhaç olduğum bir insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım.”