“Çok sonraları, aşk hayatımda, öyle sessiz ve suskun kadınlar tanımışımdır ki, yatakta beklenmedik bir biçimde dilleri çözülüp inanılmaz derecede tatlı dilli olmuşlardır. O dul kadına da o gece buna benzer bir şey olmuştu, ama gırtlağında çözülen sesi erotik değil, içten ve sevecendi. Aramızda cinsellikle ilgili hiçbir şey geçmedi: kocası ve çocukları olmayan, orta yaşın sınırına ermiş o dul kadın, birkaç saat boyunca benim varlığımda kendi yavrusunu bulmuştu; ben de, anasını özlemiş bir öksüz olarak, o kocaman kollarında beni sallamasının keyfine bırakmıştım kendimi. Gün doğana kadar, birbirimize sımsıkı sarılarak öylece kalmıştık; benim o partal, kirli gömleğim, onun o kaba saba, hışır hışır gömleğine değiyor; ekmek ve ter kokan doyurucu kokusu her yanımıza siniyor; horoz, domuz, ördek boğazlayan elleri, aynı rahatlıkla öldürebilen, doyurabilen, yatıştırabilen o güçlü elleri, yumuşacık bir sürtünmeyle başımı okşuyordu. Unutulmaz bir gece olmuştu, çünkü o geceden sonra çocukluğum sona erdi. Son masumiyet gecemdi benim.”
“O zamanlar hep ne çok uyuduğumu söyler dururdun. Çoğu kez öğleye doğru geldiğinde uyuyor olurdum. Bıraksalar bütün bir gece ve gün boyunca uyuyabilirdim. Belki de yeni bir güne başlayacak, o günü taşıyacak gücü bulamadığımdan uyuyordum. Yatağımda hiçbir şey, dışardaki dünyanın acımasız kavgası, hatta salondan gelen bizimkilerin tartışmaları bile bana dokunmuyordu. Orada öyle, gizlenmiş, kimsenin umurunda olmayan bir canlıydım ben.”
“Ölümden korkuyordum. Ölümden o kadar korkuyordum ki belki de ölüyorsunuzdur diye, size bakamıyordum bile. Benim için ölmemenin, eğer bulabilirsem, bir... bir yolu olduğundan başka hiçbir şey düşünemiyordum. Fakat, sanki büyük bir yara varmış da kanıyormuş gibi, -sizinki gibi- hayat sürekli akıp gidiyordu. Fakat her şeyde bu vardı. Ve ben hiçbir şey, hiçbir şey yapmadım; sadece ölmenin korkusundan saklanmaya çalıştım.”
“Uyuyamayan, uykusuzluk hastalığı çeken kişiler, karanlığın getirdiği sınırsız özgürlük ve gerçeklikle baş edemeyen kişilerdir aynı zamanda.Bu insanlar, gün boyunca, her şeyi izlemekle oyalanırlar.Oysa gece artık izlenecek bir şey yoktur.Sadece, yaşamın o belirgin sesi duyulur içten içe.Gündüzden soyutlanıp, kurtulmuş olan anlamsızlık , artık saklı değildir.Hayatta olma bilinci kendini daha güçlü bir şekilde hissettirir geceleri, ölümün varlığı da öyle."Yaşamın anlamı" gece duyumsanır ve sorgulanır.Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz.Yaşam, gecenin konusudur.”
“Benim beklediğim aşk başka! O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!”
“Ben lahut aleminde buyruğuna eş olmayan bir şahtım. Ama bir aşk dalgası geldi, yüce ve azat olan başımı yere düşürdü.Başımı yere koymuşsam ne gam? Madem ki o toprağa sevdiğimin ayağı basmış, o toprak, sevdiğimin ikbal ve saltanatının oyun meydanı olmuştur. Onun salınıp gezdiği toprak, semavattan daha yüce, ay ve güneşten daha parlaktır.”