“Dün akşamdan beri ne Hamdi, ne de ben hakikatte değişmiş değildik; neysek gene oyduk; buna rağmen onun bana dair, benim ona dair öğrendiğimiz bazı şeyler, küçük ve teferruata ait şeyler bizi ayrı istikametlere alıp götürmüşlerdi...”
“Ben hikâyeciyim diye sizlerden ayrı şeyler düşünecek değilim. Sizin düşündüklerinizden başka bir şey de düşünemem. O halde bu adamın hikâyesi ne olabilir? Sakın benden büyük vakalar beklemeyin, n'olur?”
“En kötüsü de sahip olamadığın şeylere ait olmandır”
“istersen konuşalım.Lakin söxden ne çıkar.Şimdiye kadar,kim bilir kaç hayvan yükü itap okudun?Ne anladın?Hiç değil mi?İnsanlaın bilgisi nedir?Bencilliklerimiz ve zevklerimiz ihtiyaç olan sanatlara ait olan şeylerden ibarettir.Peki ama hak ve hakikate dair ne biliyorlar?Hiç!Akli denklem ile hakkı tarif etmek mümkündür.Fakat bilmek,anlamak mümkün mü?Ne konuşalım?Harflerden meydana gelen dizi ile hikmetin esrarı bilinir mi?”
“Babam ne ve neciydi? Bilmiyorum. Gümüş topuzlu bastonu, sarı çantası, hasırlı kırmızı fesi, bilhassa bana bakarken mutlaka çatılan kaşlarıyla o, benim için, iri gövdeli bir korkudan ibaretti. Onun çatık, simsiyah kaşları... Babam bir dev kadar kocaman ve kuvvetliydi!”
“Fakat eve gittim. Şehrin bir ucundan öbür ucuna.Kenar mahalleler. Birbirine ufunetli adaleler gibi geçmiş, yaslanmış tahta evler. Her yağmurda, her küçük fırtınada sancılanan ve biraz daha eğrilip büğrülen bu evlerin önünden her geçişimde, çoğunun ayrı ayrı maceralarını takip ederdim. Kiminin kaplamaları biraz daha kararmıştır, kiminin şahnişini biraz daha yumrulmuştur, kimi biraz daha öne eğilmiş, kimi biraz daha çömelmiştir; ve hepsi hastadır, onları seviyorum; çünkü onlarda kendimi buluyorum; ve hepsi iki üç senede bir ameliyat olmadıkça yaşayamazlar, onları çok seviyorum; ve hepsi, rüzgârdan sancılandıkça ne kadar inilderler ve içlerinde ne aziz şeyler saklarlar, onları çok... çok seviyorum.”