“Günlerden pazartesi. Yine vapurun alt kamarasındayım. Yine hava karlı. Yine İstanbul çirkin. İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerde. Başka günler güzel mi, değil; güzel değil. Başka günler de köprüsü balgamlıdır. Yan sokakları çamurludur, molozludur. Geceleri kusmukludur. Evler güneşe sırtını çevirmiştir. Sokaklar dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle. Yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek.Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
In this quote by Sait Faik Abasıyanık, the narrator expresses their feelings of disillusionment and dissatisfaction with Istanbul, describing it as a dirty, ugly, and unfriendly city. The repetition of "yine" (again) emphasizes the narrator's sense of routine and monotony in their surroundings. The description of Istanbul as a place where even the wealthy are indifferent and where loneliness pervades everything highlights a sense of alienation and disconnect. The quote also reflects the idea that love and human connection are crucial in a world that can often feel harsh and uninviting.
In this passage, Sait Faik Abasıyanık captures the melancholy and dreariness of Istanbul, reflecting on the city's flaws and the pervasive sense of loneliness. This sentiment resonates in today's fast-paced, urbanized world where many people experience isolation despite being surrounded by others. The portrayal of a city that fails to nurture human connection serves as a poignant reminder of the importance of meaningful relationships in a society that often prioritizes material success and superficial interactions.
The passage from Sait Faik Abasıyanık's work showcases the author's poignant reflections on Istanbul and the pervasive sense of loneliness within the city. The vivid descriptions evoke a melancholic atmosphere, emphasizing the themes of isolation and disillusionment.
As you contemplate the words of Sait Faik Abasıyanık, consider the following questions to delve deeper into the themes of loneliness, love, and the portrayal of Istanbul in his writing:
“Yine İstanbul çirkin. İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi, değil; güzel değil. Başka günlerde Köprüsü balgamlıdır. Yan sokakları çamurludur, molozludur. Geceleri kusmukludur. Evler güneşe sırtını çevirmiştir. Sokaklar dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle. Yaldızlı karyolada çift yatanlar bile tek.”
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
“Edebi eserler, insanı yeni ve mesut, başka iyi ve güzel bir dünyaya götürmeye yardım etmiyorlarsa neye yarar?”
“O üzüntü birdenbire gelir. Hava yağmurludur. Bir sonu gelmeyecek başlangıç. Böyle sürüp gidecek gibidir her şey. Öyle ki, çocuklar ile çirkindir.”
“Fakat bir Üsküdarlı fakirin bir piyango bileti edinmesinin ne kadar mühim bir mesele olduğunu bilmeyen bir adam da pek İstanbullu sayılmaz. Hatta pek Türkiyeli bile sayılmaz. Hatta bazan insan çok kötü düşünmesini bilen bir adamsa dünyalı bile sayılmaz ve Merih yıldızı ahalisi gibi aramızdan sıyrılıp geçenlere, kolumuzu dürtenlere, güzel kızlarla geçenlere şaşar. Ne ise mesele burada değil. Fukaralık ayıp değil...Fukaralık ayıp değil dediğimiz zaman, hamal olalım, ıskatçı olalım; fukaralık ayıp değil dediğimiz zaman bunun ancak bir teselliden ibaret olduğunu ve fukaralığın bal gibi hem ayıp, hem günah, hem enayilik olduğunu biliriz.”
“Önümüzde hayat... Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki her zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanmıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu.”