“Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.”
“Yaşam, mutlak tutkularla dolu. Yaşamı sevmekle birlikte ölüme alışmak da büyüyor, gelişiyor. Güzellikler kazanıyor. Bu sevgiyi nasıl rahatlıkla uğurluyorsam, yaşamı da o denli rahat, o denli güzel uğurlamalı. Sevgilerimi doyumla devretmeliyim.”
“Yaşamak ve üretmek için gerekli olanları elde etmekten başka insanoğlunun en en çok istediği şey geriye kendisinden bir iz bırakmaktır; belki de kendisinin gerçekten var olduğunu ispatlayacak bir kanıt bırakma peşindedir, bu kanıtı bir tahta üzerine, taş üzerine ya da diğer insanların yaşantıları üzerine bırakır. Bu derin istek herkes de vardır; tuvalet duvarlarına ayıp ifadeler yazan çocuktan kendi imajını insan soyunun zihnine kazıyan Budda’ya kadar Yaşam öylesine gerçek dışı ki… Var olduğumuz konusunda ciddi kuşkularımız olduğunu ve bunu kanıtlamaya çalıştığımızı düşünüyorum.”
“Yaşayanların dünyasına döndüğümde tanrımın sadece yarısının hüküm sürdüğünü keşfettim. Büyük ya da küçük olsun her şeyi, yaşam isteyen bir muhalifle paylaşması gerekiyordu. İtme ve çekim kuvvetleri, dünyanın iki kutbu ve akımları, mevsimlerin değişimi, gündüz ve gece, siyah ve beyaz - bunların hepsi birer savaştır.Gerçek cehennem, bu karşıtlığın kendi içimizde de olmasıdır. Aşk bile 'dışkı ile idrar arasına' odaklanmıştır. Yüce olan, gülünç olana alaya ve ironiye yenik düşebilir.”
“Güzelliğinin ve hoş kokusunun tadını çıkartamazdı Meriç. Bence Meriç'in varoluşuyla ilgili sorunları vardı ve sanki kendi varlığının yükü altında eziliyordu. Ona karşı acımaya benzer bir ilgi duyuyor, onu kendisinden korumak, daha fazla acı çekmesini önlemek istiyordum.***Bir süre sonra Aliye'yle birlikte senfoni konserlerine ve sinemaya gitmeye başladık. Çılgınlar gibi okuyor, öğrenmek ve açıklarını kapatmak için didiniyordu. Onun bu azmini taktir ediyordum ama öğrenmenin keyifli yanı yaşanmadığı zaman geriye bir zorunluluk silsilesi kalır ki, sevilmeyen dersler ve okul dertleri tamamen bunun eseridir. Aliye, bir şeyleri öğrenip zenginleştirmek ve yaşamdan daha çok tat almak arzusunda değildi. O, bilgisiyle intikam almak için donanıyordu. Öğrenirken bile hırsı öfkeli, coşarken bile rengi siyahtı.***Ailesinin hiç istenmeyen ve sevilmeyen dördüncü kızı olarak doğduğu güne sürekli lanet ederdi ama başardıklarının sevinciyle bir kez bile sarhoş olmayı denememişti. Aliye korkuyordu. Yalnızlıktan, aşağılanmaktan, alay edilmekten, sevmekten, terk edilmekten, düzenli bir ilişki ve ya yaşam kurmaktan... Yaşamı yaşam yapan bütün güzelliklerden kaçıyor ve kaçarken de yoluna çıkan her şeyi yıkıyordu.***Aras gittiğinde perişan olduğum doğru. Ama bazılarının iddia ettiği gibi hala yaşamımı düzene sokamadığım konusu bana saçma geliyor. Kim yaşamını tamamen düzene sokabilmiş ki? Düzene girecek bir şey midir yaşam? Her an her şeyin olası olduğu, sahiplenilmiş hiçbir aşkın soluk alamadığı, süreklilik denen şeyin delik deşik edildiği bir zaman tünelinde, yaşamı düzene sokmak ne demektir Allah aşkına?”
“Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür olacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecek…”