“Ne var ki Paul bu düşünce zenginliğini tıpkı parasal zenginliği gibi hiç durmaksızın, sürekli boşa harcadı ama parasal zenginliği çok geçmeden kesinlikle harcanıp bittiyse de, düşünce zenginliği gerçekten tükenecek gibi değildi; o dur durak bilmeden boşa harcayıp durdukça düşünce zenginliği ( eşzamanlı olarak ) ardı arkası kesilmeden çoğaldı, bundan ne kadar çoğunu ( kafasından ) kapı dışarı ettiyse, bu zenginlik o kadar daha büyüdü. Önceleri sadece deli olup da sonunda cinnetlik denen bu kişilerin ortak özelliğidir, ruh zenginliklerini dur durak bilmeden ( kafalarından ) kapı dışarı ederler ama eşzamanlı olarak kafalarındaki ruh zenginliği onların bunu ( kafalarından ) kapı dışarı ettikleri hızla çoğalır. Gitgide daha fazla ruh zenginliğini ( kafalarından ) kapı dışarı ederler, eşzamanlı olarak bu zenginlik çoğalır da çoğalır, tabii daha da göz korkutucu olup çıkar, sonunda ruh zenginliklerini ( kafalarından ) kapı dışarı etmekle başa çıkamaz olurlar ve kafa, içinde durmadan çoğalan, istiflenen bu ruh zenginliğini taşıyamaz olur ve patlar. İşte Paul’un kafası da Paul ruh zenginliğini ( kafasından ) kapı dışarı etmekle artık başa çıkamadığı için patlayıverdi. Nietzsche’nin kafası da bu yüzden patladı. Bütün deli düşünürlerin kafaları da sonuç olarak böyle patlamıştır, ruh zenginliklerini kapı dışarı etmekle başa çıkamadıkları noktada. Çünkü sonuç olarak, bu kafalarındaki ruh zenginliği kafaların sahiplerinin bu zenginliği ( kafalarından ) kapı dışarı edebildiklerinden çok daha büyük ve acımasız bir hızla, sürekli ve gerçekten ardı arkası kesilmeden çoğalır ve günün birinden kafalar patlar, ölürler.”

Thomas Bernhard

Thomas Bernhard - “Ne var ki Paul bu düşünce...” 1

Similar quotes

“Ve kendi hüsnümü başlardım önce sevmekten. Bu ruh için bir hak:Biraz da kendini sevmek değil midir yaşamak!...”

Tevfik Fikret
Read more

“Onu ertesi gün yine bir gezintiye davet etmenin doğru olup olmayacağı konusunda emin değildim. Bütün gün evdeydim, daha doğrusu alt kattaki odalarda kaldım, beni bütün öğleden önce ve öğleden sonranın büyük bölümünde meşgul eden İranlı kadını düşünmekten birden bir kitabın yardımıyla kurtulma gereğini duydum ve uzun zaman sonra, kesinlikle haftalar sonra bir şey okumayı beceremedikten sonra, şimdi yine yukarıdaki kitap odasına çıkabildim. Yukarıdaki odaların en küçüğünü kendime kitap odası diye adlandırılan bir oda olarak düzenlemiştim ve içinde okuma dışında hiçbir şeyin yapılamayacağı biçimde tasarlamıştım, kitap ve yazılarla uğraşılır biçimde, bu amaçla bu odaya tek bir sandalye koymuştum, o da tek pencerenin önünde duruyordu, sert, her açıdan rahat olmayan ve tamamen basit bir sandalyeydi, okuma amaçlı olanlar içinde insanın düşünebileceği en uç örnekti ve böylece pencerenin önündeki ahşap sandalyede oturarak, eğer karar vermişsem hiç rahatsız edilmeden hangisi olursa olsun istediğim kitaba dalabiliyordum, o öğleden sonra, çok iyi anımsadığım üzere, anne tarafımdan büyükbabamdan kalan mirasla elime geçen Schopenhauer’in İstem ve Tasarım Olarak Dünya’sını okudum, okumaktan, beni her açıdan aklayacak bir zevkten başka bir şey beklemediğim zamanlarda hep bu kitabı okurdum. İstem ve Tasarım Olarak Dünya daha gençlik yıllarımdan bu yana benim için felsefe kitaplarının en önemlisi olmuştu ve kendimi onun etkisine bırakmış, yani kafamın bütünüyle tazelenmesine hep güvenmiştim. Başka hiçbir kitapta hiçbir zaman daha duru bir dil ve aynı biçimde duru bir akıl bulamadım, hiçbir edebiyat yapıtı bende daha derin bir etki yaratmadı. Bu kitapla birarada olduğum zaman hep mutluydum. Ama çok ender bu kitap için mutlaka gereken doğal ve zihinsel hazırlığa sahiptim ve bu yüzden çok ender olarak bu olağanüstü ve doğrusu dünya hakkında karar veren kitapla birarada olmaya olanağım vardı, çünkü İstem ve Tasarım Olarak Dünya tpkı az sayıdaki diğer en yüce kitaplar gibi, yalnız en uç yetenekte ve bu yüzden algılama yeteneğinde ve algılama onurunda insana açılır ve deşifre olurlar. Bu olanağa o günden sonra en büyük ölçüde sahiptim. Beni yalnız uzun olmakla kalmayıp mutlaka son yılların en uzun süren yalıtılmışlığından ve düş kırıklığından da çekip çıkaran İranlı kadınla karşılaşma, kelimenin tam anlamıyla, onunla karaçam ormanına yaptığım gezintinin, ki sadece yüzeysel bakıldığında başarısız olmuş, gerçekte ise tam tersi bir etki yapmış olmasının, benim bu kadar uzun süre sonra yine kitap odamda ve üstelik de hemen İstem ve Tasarım Olarak Dünya ile sakinleşmemin ve beni hoş bir ruh durumuna sokmasının en son nedeni değildi. Hele bir saat ya da uzun bir süreyi İstem ve Tasarım Olarak Dünya ile geçirdikten sonra birdenbire doğabilimsel çalışmalarıma istek duyacağım aklıma gelmezdi ve ben kalkıp kitap odasından dışarı çıkıp, içine doğabilimsel çalışmalarımı, yani bütün doğabilimsel yazılarımı ve bu doğabilimle ilgili diğer yazı ve kitapları kilitlediğim odaya gittim. Aylardır bu yazıları ve yazıların yazılarını ve kitapları ve kitapların kitaplarını görememiştim, çünkü en derin düş kırıklığı içindeydim. Bu durum artık son bulmuştu.”

Thomas Bernhard
Read more

“Zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmaktır. Klasik yaklaşım bize herkesin ihtiyacı doğrultusunda geçtiği dört kapı olduğunu öğretir.Birinci kapı uykudur. Uyku bize dünyadan ve onu dolduran tüm acıdan kaçabileceğimiz bir sığınak sağlar. Bir insan ağır yaralandığı zaman genellikle kendinden geçer. Aynı şekilde travmatik haberler alan birinin bayıldığı olur. Zihin ilk kapıdan işte böyle geçerek kedini acıdan korur.İkinci kapı unutmaktır. Bazı yaralar kısa zamanda kapanamayacak, hatta belki de asla iyileşemeyecek kadar derindir. Ayrıca bazı anılar o kadar azap vericidir ki onlara alışmak mümkün değildir. “Zaman tüm yaraları iyileştirir” sözü yanlıştır. Zaman çoğu yarayı iyileştirir. Geri kalanlar bu kapının ardında saklıdır.Üçüncü kapı deliliktir. Bazen insanın aklı öyle bir darbe alır ki kendini delilikte saklar. Bu ilk bakışta faydalı gözükmese bile öyledir. Gerçekliğin acıdan başka bir şey getirmediği zamanlar vardır ve bu acılardan sakınmak için zihnin gerçekliği geride bırakması gerekebilir.Dördüncü kapı ölümdür. Son sığınak. Öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. Ya da en azından bize öyle söylenir.”

Patrick Rothfuss
Read more

“Faşizm ve Komünizm : Bu siyasi sistemlerin benzerliği ötesinde, sistemleri yürüten ve yön veren ruh tamamen birbirine zıttır. Esasında komünizm, iyimserlik, beşeriyetin iyiliğine inanç üzerine dayanır. Kötülükler sadece fena bir sosyal teşkilatlanmadan doğar yoksa ferdin tabiatı ile hiç ilgisi yoktur. Faşizm ise bilakis kötümserdir. O büyük halk kütlesini hakir görür, saygıya layık olan sadece aydınlardır. Geriye kalanlar, derlenip toplanıp yönetilmesi gereken bir sürüdür. Halbuki komünizm, tabii olarak eşitçidir. Faşizme göre bu rejim, devamlı bir hükümet sistemidir ve son bulmasına da gerek yoktur. Komünizmde aksine, bahis konusu olan ge çici bir takım tedbirlerdir. Bu tedbirlerin şiddetli olması, burjuvazinin tamamen imhası ve "insanın insan tarafından istismarının" son bulması için elzemdir. Fakat bu gaye bir kere gerçekleşince, prolaterya diktatörlüğü kendiliğinden sönecek ve tam bir hürriyet sınıfsız ve baskısız bir cemiyet içerisinde hüküm sürmeye başlayacaktır. Fakat bu düşüncenin uygulamada boş çıkacağından haklı olarak korkulabilir. Zira bu vasıtalar sürekli kullanılmakla nihayet bizzat sonuçları da bozarlar. BİR BASKININ GELİŞMESİNDEN HÜRRİYETİN DOĞABİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEK BOŞ BİR HAYAL GİBİDİR.”

Maurice Duverger
Read more

“Daha çok kapı açtıkça, daha çok dünya keşfedersin! Daha çok dünya keşfettikçe, daha çok kapı açılır!”

Mehmet Murat ildan
Read more