“Beklemek ileriye doğru acele etmek,zamanı ve içinde bu anı bir armağan yerine bir engel gibi görmek,değerlerini yadsıyıp yok ederek zihninde üzerlerinden atlayıp geçmek demektir.Beklemek sıkıcıdır denir,oysa,büyük bir oranda zamanı kullanmadan ve deneyimlerinden geçmeden tüketmek eğlencelidir de.Hiçbir şey yapmadan bekleyen bir kişi,hiçbir yararı olmadan bir sürü şeyi sindirim sistemine yığan bir obura benzer diyebiliriz.Daha da ileriye giderek hazmedilmemiş gıdaların bir insanı daha güçlü yapmadığı gibi geçen zamanın insanı yaşlandırmadığını söyleyebiliriz.Zaten ari ve tam bekleme diye bir şey yoktur.”
“O kadar az yaşadım ki sanki hiç ölmeyecekmişim gibi düşünme eğilimindeyim; insan hayatının bu kadarcık bir şeye indirgenmesi gerçek olamazmış gibi geliyor bana; elinizde olmadan, er ya da geç bir şey olacak diye hayal ediyorsunuz. Büyük hata. Bir hayat pekâlâ da boş ve kısa olabilir. Günler ne bir iz ne bir anı bırakmadan sefil bir şekilde akıp gider; ve sonra bir anda duruverir.”
“Ölümden korkuyordum. Ölümden o kadar korkuyordum ki belki de ölüyorsunuzdur diye, size bakamıyordum bile. Benim için ölmemenin, eğer bulabilirsem, bir... bir yolu olduğundan başka hiçbir şey düşünemiyordum. Fakat, sanki büyük bir yara varmış da kanıyormuş gibi, -sizinki gibi- hayat sürekli akıp gidiyordu. Fakat her şeyde bu vardı. Ve ben hiçbir şey, hiçbir şey yapmadım; sadece ölmenin korkusundan saklanmaya çalıştım.”
“Bu hareketsizliğin,korkuya dayanan bu tereddüdün daha zararlı olduğunu,insan münasebetlerinde bir noktada taş kesilmiş gibi kalınamayacağını,ileriye atılmayan her adımın insanı geriye götürdüğünü ve yaklaştırmayan anların muhakkak uzaklaştırdığını seziyor..”
“Herhangi bir mutasavvıfın bir kitabında Kuran ve Sünnette varid olmayan, ıstılah kabilinden veya nassları sahih anlama kabilinden yahut Kuran ve Sünnette zikredilen bir manada tahakkuk nevinden olmayan bir şey bulunduğunda veya herhangi bir mutasavvıftan böyle bir şey duyulduğunda onu reddetmek bilelim ki gerçek tasavvufun kendisidir ve hiçbir sakıncası yoktur.”
“Terrence Moran, "yapısı gereği imajı ve parçayı güçlendirmeye yatkın olan medyayla tarihsel bir perspektif edinemeyiz" derken tam hedefi vurmaktadır. Moran'a göre kalıcılık ve bir bağlam olmayınca "elde bulunan bilgi parçaları mantıklı ve tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde birleştirilemez." Hatırlamayı reddetmediğimiz gibi, hatırlamayı tamamen yararsız buluyor da değiliz. Onun yerine, hatırlamaya uygun varlıklar olmaktan çıkarılıyoruz. Çünkü, hatırlamak nostaljiden daha fazla bir şeyse eğer, kesinlikle bir bağlamsal temel; olguların onun için düzenlenip modellerin ondan çıkarılabileceği bir şey gerektirir. İmaj politikası ve anlık haberler ise böyle bir bağlam sunmaz. Bir ayna yalnızca bugün giydiklerinizi yansıtır. Dün giydikleriniz konusunda sessizdir.Bu varsayımların bir anlamı varsa, o zaman Orwell bu noktada, en azından Batı demokrasileri açısından bir kez daha yanılmıştır. Orwell tarihin yıkılışını önceden görmüştü, ama bunu devletin yapacağına, Hakikat Bakanlığı türünde bir kurumun sistemli bir biçimde işe yaramayan olguları yasaklayıp geçmişin kayıtlarını sileceğine inanıyordu. Ancak Huxley'in daha doğru öngörüsüyle, hiçbir şeyin kaba yolla uygulanmasına ihtiyaç duyulmayacaktır. Halka bir imaj, ivedilik ve terapi politikası sunmayı amaç edinmiş, görünüşte hayırlı gibi gelen teknolojiler, tarihi aynı derecede başarılı biçimde, belki daha kalıcı olarak ve hiçbir itirazla karşılaşmadan yok edebilirler.”