“Bu duruma düşeceğine, ölseydi keşke! Böyle gözlerini uzaklara dikip , kendisini görmeden, her şeyi, gökleri, ağaçları; oynayan, araba çeken, düdük çalan, düşen çocukları bile katlanılmaz hale getirince oturamıyordu yanında; her şey katlanılmaz hale gelmişti.”
“Kayıtsızlık dili geçersiz kılıyor,işaretleri anlaşılmaz hale getiriyor.Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun,müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. Hiçbir şey istemiyor,hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun.Hiç dinlemeden duyuyor,hiç bakmadan görüyorsun.”
“…çünkü yoruldum, çünkü her şeyi birbirine karıştırdım, çünkü bu dünyada gizli mezhep sorunu bile gelip beni buldu fakat sevebileceğim bir kadın, bol para, insan yakınlığı beni hiç bulamadı. Ben de üç yıl, dört ay önce acılaştım, huysuzlaştım, hiçbir şeyi beğenmez oldum; para kazanamayacağımı, insanları sevemeyeceğimi anlayınca uzaklara gittim, kimse beni bulmasın diye. Onlar da beni ciddiye aldılar, gelmediler…”
“…Böyle acz içindeyken odamda her şey bana küçüklüğümü ve zavallılığımı haykırıyor. Sokağa fırlıyorum. Bir tek çehre görsemde yanında yürüsem, hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum. Halbuki ara sıra karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum. Hiçbiri bana bu anda yardıma çağrılacak kadar yakın görünmüyor. Bilmem beni anlıyor musunuz?...”
“Her şey bir şeyin etrafında hiç durmadan döner, insanın payına düşen sarhoşluktur.”
“What are they after?” Kat asked. “Hard to say,” Hale said; again, he eyed the room. “Who is that?” Macey asked. “The reason I wasn’t flirting with you,” Hale told her.”